Çin-i Maçin Gezisi -III-

Artık akşam yaklaştığına göre yemeğe gitmek vakti gelmişti. Yemek dediğin bir kültür. Ben hayatta o son bölümünü okumamışım. Bir ara arazi olmuştum, ona denk gelmiş.  Pirinçten yapılan saki (benzeri-saki Japonların) 65 derecelik içkiyi kafaya dikmek ve “kan-bey” diye kadeh tokuşturmak gırla gidiyor. Ben garibim de yeşil çaya sarıyorum. Tur arkadaşlarım ayaktalar ben sarhoş olmuşum. Onlar sefanın düz çizgisindeler, ben yan yan gidiyorum. Çinliler içki kültürüne fazla hâkim olmadıkları için içmeyi bilmez ve çamura yatacak hale gelirlermiş. Bizimkiler çamura yatmadılar tabii ki. Çinlilerden bir gece çalma ayağına yattılar. Bense feleğe sitemle meşguldüm. ‘Doldur ver saki!’ şiirini okuyan benim, yaşayan onlar. Bu dünyada bir terslik var amma neresinde bulamadım. Orhan Baba ile bir teselli ver, söylüyor, yeşil çaya devam ederken hem gözlem yapıyor hem de gezi notlarını alıyordum. Siz okuyasınız diye büyük fedakârlıklara katlandım yani.

Akrobasi Değil Çin Balesi

Esasen Şangay, Çin’in kültür ve sanat merkezi. Çin sinema ve tiyatrosu hayatiyetini Şangay’da sürdürür. Şangay kültürü; doğu ile batının, modernizmle Çin geleneksel sanatının, İngilizle Çinlinin oluşturduğu bir sentez. Şangay Belediye Performans Topluluğu, Şangay Senfoni Orkestrası, Şangay Bale Topluluğu, Şangay Radyosu Senfoni Orkestrası, Şangay Konser Salonu ve Şangay Filarmoni Orkestrası kentin en önemli müzikal varlıklarıymış.

Şangay; Çin tiyatrosunun doğduğu kentmiş aynı zamanda. Şangay Büyük Tiyatrosu, Majestik Tiyatro ve Dramatik Sanatlar Merkez Tiyatrosu önemli merkezler. Çin Edebiyatı da doğuşunu Şangay’da yaşamış. Lu Xun (1881-1936) modern Çin Edebiyatının kurucusu burada yayınlamış eserlerini.

Sportif faaliyetler say say bitecek gibi değil. Biz de yemekten sonra akrobasi gösterisine gideceğiz. Akrobasi deyip geçmemeli. Sanki opera ve bale salonu gibi görkemli bir salonda icra ediliyor. Işıklandırma ve seslendirme müthiş. Mutena bir semtte, estetik-görkemli binanın ana caddeye bakan 1. katında. Gösteride ışıklandırma ve seslendirme örnek alınacak güzellikte.

Biz turcular – biraz da rehberin kurbanı olarak- kültür deyince gösteri anlıyoruz.  Opera ya da baleye götürmüyorlar. Para ile kültür ikisi bir araya gelmiyor demek ki. Bu nedenle turistik akrobasi gösterisindeyiz. Salon görkemli, koltuklar numaralı ve salonun her mevkiinin fiyatı farklı. Akrobasi deyip de geçmeyeyim yine de.

Tur paraya kıymış ve sahneyi tam karşıdan görecek yerden almış biletleri. Tek tekerlekli bisikletle kızlar başladı gösteriye. Erkeklerin pentatlon gösterisi ile devam ediyor. Heyecanla izleniyor. Arada çığlık atmak da dâhil. Tehlikeli hareketler bunlar. Üstelik estetik de. Araya kattıkları parodilerle 1,5 saatlik gösteri sıkılmadan izlenilecek formattaydı. Tabii o kadar kalabalık nüfus içinden zeki, çevik, gösterişli ve güzel elemanlar bulmak zor olmasa gerek, Çin için. Böylece eciş bücüş kısa boylu Çin imajına karşılık neredeyse yarı-herkül erkek ve cins-i latif Atenalarla Çinlilere bakış açımız değişti.

Adamlar bu işi gerçekten biliyorlar. Temsil ve gösteri elemanları güzel,  yakışıklı, zeki ve çevik. Artık ahlâkın da bize kaldığını anlamışsınızdır. Akrobasi gösterisi güzel bir akış ve koreografi içinde sunuldu. Komedi bile vardı. Yani bir senaryo üzerine kurulu. Hızlanan, heyecanın doruğa çıktığı noktadan sonra rahatlatan, sakin bir gösteriye geçiş, sonra tekrar heyecan doğuran tehlikeli hareketler. Şanghay’ın gösteri dünyasına ilişkin efsanesi boşuna değilmiş. Bunu –özellikle- Xian’da Tang Dinasty Tiyatrosundan sonra daha iyi anladık. Onu da anlatacağım sırası gelince.

Artık otele dönüp yarın ki Guilin seyahati için güç toplamaya çalışabilirdik.

Otellerde hesabı kapatmak turla gelenler için sorun değil. Bedeli önceden ödenmiş. Sadece ekstralar para ister. Yine de siz siz olun Çin otellerinde banyoya bırakılan pet şişelerdeki suyu içseniz de odadaki Evian (Fransız suyu)nu içmeyin. Diğer çay ve kahve paketlerine de dokunmayın. Otellerde bedava olanlar üzerinde zaten “kompliman” yazıyor. Yazmıyorsa parayladır. Yarım litre Evian suyu için 58 Yuan (5 Dolar) ödeyince aklınızdan hiç çıkmaz, cimriye dert olur.

Buna karşılık otellerde, diş fırçası, küçük bir pakette macun, traş bıçağı ile bütün zorunlu ihtiyaçlar hazır ve bedelsiz. Şemsiye, ütü tahtası vb. bütün ihtiyaçlar için altyapı odanızda mevcut zaten. Bir, bunları kullanmaya turcuların vakti olmuyor. İki; traş bıçakları, bizim için değil. Köse Çinlilerin yumuşacık sakallarına göre. Yoksa benim gibi yüzünüzün yarısına pamuk ekmek zorunda kalırsınız.

Guilin; Doğanın Gösteriş Alanı

Seferdeyiz kesin. Sabah erkenden; 4.45’de uyan; 5.45’de hareket edecek otobüste hazır ol. Yurtiçi uçuşlar havaalanına gideceğiz. Türkiye’den geldiğimiz havaalanından farklı. Check in için sıralandığımız yanlış çıkınca başka bir banka dizildik. Çinli rehberimiz sorunu çözecek yetkili birini bulamadı.

Bütün politikalar liberal ve kapitalist uygulamalar içerse de memurlar komünist rejim (Sovyet tipi) elemanı. Uzun bir süre bekledikten, görevlinin mesai saati başladıktan, keyfi yerine geldikten, her birimizi tek tek süzüp işlem yapmaya değdiğimize karar verdikten sonra uçuş kartlarımızı lütfetti. Çinlilerin o meşhur tebessümü, turist için seferber olma hali, güler yüzleri dış hatlarda kaldı. İç hatlar, lütuf sistemi ile çalışıyor. Trenlerde balık istifi neyine yetmez halkların. O seyahatlere bakınca uçak; Buda’nın ve Komünist Çin’in halka sunduğu büyük nimet. Sessizce katlan ve uç. Biz Türkiye’de içhatlardaki düzene, ihtimama alışmışız. Burayı kaba ve hantal buluyoruz.

Havaalanı, güvenlik aramaları ve özellikle ‘çakmak manyağı’ olan Çinlilerin bu aletleri bulma mahareti bana parmak ısırttırdı. Valize koyduğum ve özenle kalın eşyaların arasına sakladığım bagajda gidecek çakmağı bulup aldılar. Sanki beyaz yakalamış teyakkuzu içinde, valizi bize açtırıp. Tabii bu arada valizin bir kenarındaki 600. TL. Türk parası da cebellezi olmuş. Euro’ya benzetip almışlardır diyor rehber ama ancak İstanbul’a inince anladım böyle bir vukuatı. Bu öyle bir teyakkuz ki, Türkiye’ye dönüşte aldığım ve “bitmeyen kibrit” denen kav çakmağıma bile el koydular. Hepsi haram olsun.

Yurtiçi uçuşlar yoğun, uçaklar dolu. İç seyahatte büyük canlılık var. Bu yüzden 40 dakika rötar yaptı uçağımız. Sanırım pistte kendine yer bulamadı. İstanbul havaalanı gibi uçaklar peş peşe dolmuş gibi sıralanıp izin bekliyorlar. İnen ve kalkan uçak boşaltır boşaltmaz, anında yeni bir uçak koşmaya başlıyor pistte. Böylece piste girebilmek için gizli bir yarış var.

 Guilin

Nihayet Şangay’dan Guilin’e 2 saat 20 dakikalık bir uçuşla geliyoruz. Havaalanından sonra uzun bir karayolu seyahati ile giriyoruz şehre. Çin’in güneybatısında Guangxi Zhuang Bölgesinde bulunan Guilin Şehri, bütün bir sene yeşillikler içinde ve dikine yükselen dağları ile bir tabiat harikası. Avatar filminde kahramanların tırmandığı havada asılı dağ konseptine ilham veren şehir.

Çok eskiden denizmiş. Yer kabuğu hareketleri ile kireçtaşı sıkıştırıldığı alanlarda dikine yükselmiş. Değişik tarzda tepeler, büyük mağaralar ve yeraltı ırmakları ile Çin’in bir numaralı doğal turizm cenneti.

Tabii biz turistleri tabiat mı kültür mü çelişkisinde bırakarak. Çin seyahatinde Guilin bölümünü fazlalık görenler de oldu. Ay, ne harika görmeden gidilir mi diyen de.  Tarih, kültür yok; bütünüyle tabiat harikası. Bu da bir cennet arayışı ama benim gibi kültür yatırımı yapanlar için çok fazla lüks.

Öğle yemeğinden sonra otobüsle Reed Flute Mağarasını gezmeye gittik. Benim görebildiğim bütün mağaralardan büyüktü. Bir kilometre uzunluğundaymış. Turizme açılan bölümünde ışık ve lazer gösterisi Rembrand’ın tablosuna çevirmiş mağarayı. Astımlılara bile iyi gelen yaz-kış 19 derece sıcaklığı, insanı bırakmak istemiyor. Bana da buradan hiç ayrılma telkinleri yapıp durdu zaten. Platon’un mağarası işte bu diye ölene kadar kalayım istedim.  Mağaranın ana salonu o kadar büyük ve ışıklandırma o kadar bilinçli yapılmış ki insan bu güzellikten kopar gibi ayrılabilir ancak. Gruptan ayrı düşüp kaybolmamak için mağaradan zorla çıkıyor ve otobüse doluşuyoruz.

İnci; Kitlenin Mücevheri

Yine bir pazarlama brifingine muhatap olacağız. Platonla felsefe yaptıktan sonra otobüsle inci işletmesine gidiyoruz. İncinin oluşumu,  artık doğal değil. Çiftliklerde üretilebiliyor. Böylece inci denen mücevher halkın da ulaşabileceği fiyatlara düştü. Yalnız kafilemiz o fikirde değil. Çoğunluğu kadın çünkü. Emekli, dul hanımefendiler kendi cüzdanına sarılırken evli olanlar da enişteleri veznedar yaptılar. Gerçek ve sahtesini, doğal ve çiftlik üretimini, okyanus ve nehir incisini ayırabilmek uzmanlık gerektirir. Bizi bilinçlendirdiler, güya uyardılar. Sahtesine düşmeyin, bizdekiler hakiki. Peki, öyle olsun, göreceğiz bakalım. Sonunda bir salona alındık. Burada hem uzun boylu hem güzel mankenlerle inci defilesi yapıldı. Benim gibi mazbut birine sosyeteye karıştım duygusu veriyor. Allah’ım diyorsun, huri melek bunlar değilse kim acaba?

Defileden sonra büyük ve geniş bir mağazada incinin her türlüsüne, her rengine ve her kullanıma açık çeşitlerine muhatap olanlar, pamuk elleri ceplere daldırdılar. Ben kendimi korudum ve incinin artık kraliçe ve prenseslerin değil halkın (avamın) süsü olduğu kanaatim pekişti. Alışveriş zevki önemli, yoksa bu incileri süsleyecek o güzel gerdanlar nerede? Küpelerin süsleyeceği kulaklar?

Sabırla kenarda durdum. Benim kızlar prenses, hanım kraliçe. Avam süslerini onlara layık görür müyüm? Şiir yazarım. Esasen Arapça nazm نظم “inciyi ipliğe dizmek” ve tanzîm “aynı manaya gelir”. Yine nazm “şi’rde dâhi nazmı lülü’den mehuzdur,” yani şiir anlamında kullanımı “inci dizmek” fikrinden türemiştir. Nizâm “şol iplikdir ki ona inci dizerler”. Şair olmak bir yetenek, ben de olduğu gibi. Şimdi parası olan diziyor inciyi. Yeteneğin ne önemi var?

Fil Parkı

İnci fabrikasından Elephant Trunk Hill Parka gidiyoruz. Çinliler her tabiat şeklini bir nesneye; meyveye, hayvana benzeterek tabiatı somutlaştırma gayreti içindeler. Bir göl kenarındaki kayayı da file benzetiyorlar. Artık ne kadar benzediğine siz karar verebilirsiniz. Resmin önündeki sandal, üzerindeki karabatakla da balık avlıyorlar. Çinliler, doğanın gücünü doğaya karşı kullanmayı biliyor yani. Çinli balıkçı karabatağın boynunu sıkan ip nedeniyle yutamadığı balığı atıyor sepete. Mübarek kuşu olta yerine kullanıyor yani. Bereketli olduğu kesin.

Akşam yemeğini yiyip otele gelmek ve Ünlü Gece Pazarını gezmemek olmazdı. Çin işportası hiç bir yasaklamaya maruz kalmadan ticaret yapabilme hürriyetine sahip. Bu bir gizli istihdam haline gelmiş. Herkes bisikleti, motosikleti ile getirip örtüsünün üzerinde sergilediği mallarını rahatça satabiliyor. Elbette çok pahalı eşyaların ucuz versiyonlarını. Bin bir çeşit geleneksel malların ve Çin teknoloji ürünü ışıltılı, sesli aletler bir albeni de taşıyor, hakkını vereceksek. Gece kafilemizi yeteri kadar yormuştu ve Çin masajı istekleri ile odada hizmet vermeye hazır masörlerin temini otele dönüşü zorunlu bıraktı. Ben daha masaj yapmayı göze alacak kadar yorgun ve hırpalanmış değildim. Rahat bir uyku ve oda arkadaşımın horultusu ile zaman zaman uyansam da ertesi güne dinlenmiş bir halde hazırdım. O kadar methedilen masaj başka bir bahara kaldı benim için.

Tekne Turu

Sabah otobüs yolculuğu, tıkanan otobana baypas yapmak isteyen şoförümüzün uyanıklığı, trafik cezası işlemi nedeniyle uzadıkça uzadı. Sürücünün cezadan kurtulma arayışları işe yaramadı. Türkiye’de bölünmüş yollar Çin’de otoban.  Şehir dışında her girişte bilet gişeleri var.  Bölünmüş yollar para kesiyor. Böylece karayolu masraflarını yolları kullananlar ödüyor. İnsan bu rasyonel politikaya şapka çıkarıyor. Yoksa iki şeritli bu yolun neresi otoban? Komünist Parti, adından başka her şeyi ile kapitalist politikaları sürdüren bir uyanıklık içinde. Yollardan para kazanmak da buna dâhil.

Nihayet Li Nehri’nin tur teknelerini barındıran limanına geldik. Buradan nehir boyunca uzun bir gezi yapacağız. O kadar uzun sürüyor ki yemek teknede. Çinliler “dağ var su var; daha ne olsun” derlermiş ya şimdi biz de bu sözü gerçekleştirmek üzereyiz. Geminin güvertesinde bütün o yeşilliği ve sütun gibi yükselen tepelerdeki doğal güzellikleri torbamıza doldurup Türkiye’nin havasına boşaltma muradındayız. Doğa buranın heykeltıraşı olmuş her adımda bir tabiat harikası eserle yüz yüzeyiz. Tekneler yan yana peş peşe sıralanıyor. Kampana çalarak yol isteyenler, birbirini geçen tekneler doğulu ruhu yaşatıyor burada da.

Geminin kıç bölümünde yapılan yemeğin hijyenik olduğunu ileri sürmek zor. Zaten açık büfe yemekler de pek bir şeye benzemiyor. Allah’tan yanımda Türkiye’den getirdiğim zeytin ve Antep Fıstığı var. Telafi ekonomisi işlevini sürdürüyor. Size de tedbirli olun derim. Böylece yemekler damak tadınıza uymazsa aç kalmazsınız.  Bunlara aldırmam derseniz; Çin’de her öğün 5-10 yemek önünüze sunulur. Artık nefis öldürecek bir şeyler bulursunuz.

Dağlar; balıkçı köyleri, yeşillikler arasında süren yolculuktan sonra Yangshuo Beldesine geldik. Turistik eşya dükkânları ile alışveriş zevki sunan kasabada 3 saate yakın serbest zaman verildi. Buradan Mao’nun giydiği Cacau aldım. Turdakiler daha çok hacı elbisesine benzetti. Bu benzetmeye bir itirazım olamaz ve ketenden havadar giysiden bir şikâyetim de yok. Onun da bir hikâyesi var. Zamanı gelince anlatacağım.

Devam edecek…

Mustafa EVERDİ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir