Yaralı Bilinç*

Sayın Daryush Shayegan;

Oldukça can sıkıcı ama son derece önemli kitabınızı aslında okuyalı çok olmuştu. Cevap bugüne kısmetmiş.

Derin kavrayış düzeyinizi, İran felsefi geleneğinden beslenmenize, batı ve modernliğe dair keskin ve objektif gözlemlerinizi ise Fransa’da geçen yıllarınızın kazandırdığı içeriden bakışa bağlamak acaba doğru olur mu? Bu kadar tarihsel ve temel sorunlarımıza bu kadar soğukkanlı ve cesurca yaklaşan başka bir Doğulu Müslüman kökenli ruşenfikr’e rastlamamıştım doğrusu.

“Tarihte geri kalmış, değişimler şenliğine katılamamış, modernliği sindirmekte güçlük çeken uygarlıkların zihin çarpıklığı” ve yaşadıkları büyük çoğunluğuna katılmamak mümkün değil. Modernliği, Batı’da gerçekleşen ama Batı’ya tapulu bir uygarlık düzeyi değil, L.Strauss ve G. Child gibi, insanlığın tarihsel serüveninde tarım toplumuna geçiş (Neolitik Devrim) çapında büyük bir dönüşüm olarak görmek ve bu niteliksel sıçramanın dünyaya, eşyaya, insana dair her şeye dönük bakış ve ilişkiyi değiştiren sürecini kavramak, yolun başı… İşte bu derin değişim ‘Batı dışı diğer uygarlıkları ise geçmişin büyük anıtları’ haline getiren bir ontolojik kopmaya yol açıyor. T. Kuhn’un ‘paradigma’, M.Foucault’nun ‘Episteme’ kavramlarıyla betimlediği yeni bütünsel kavrayış düzeyi, algılama biçimi ve perspektif ile geçmişi temsil eden uygarlıkların yaşadığı uyumsuzluk, yarılma ve geç kalmış bilinç, halen yaşanan şizofrenik ahvalimizin temelini oluşturuyor.

Diyorsunuz ki; “Biz periferi insanları, farklı bilgi blokları arasındaki çelişkilerin zamanın da yaşıyoruz. Birbirlerini iten ve karşılıklı olarak biçimsizleştiren bağdaşmaz dünyalar arasındaki çatlağa düşmüşüz… Şimdiki zamanla karışan bir geçmişimiz ve geleceğimiz olan bir şimdiki zamanımız var… Ruhsal yaşantımız önce ve Sonra’nın, Sonra ve tarih sonrasıyla hala karıştıkları bir tarih -ötesinde geçer ve ikisinin arasında, kendimizi aynı zamanda bir başlangıçta olan bir Son’a ertelenmiş buluruz.” Evet, Batı dışı uygarlıklar olarak “Batı” ile özdeşleşen “Modern Tarih”te tatildeyiz, Bay Shayegan.

şizofreni

Sizin tabirinizle, Galilei öncesi bilinçle Hegel sonrası söylemi ayıran uçurum”, Biz’i yaralı formatlamış: Yenilik korkusu, kültürel klostrofobi, skolastik köhneleşme, yamalardan oluşan melez kimlikler ve ikinci elden modernlik deneyimleri olarak Batılılaşma trajedileri… Bu derin kırılmadan doğan acı gerçekliğimiz, kolektif bilinçaltımızın fantazmlarını açığa çıkarıyor. Sonuçta “kendisinin halisünasyonlu övgüsüyle, ötekinin sayıklamalı inkarı, bakışımızı sakatlamış.” Bu sakatlık, “tikelle, olgusalla ilgilenmeyen, ayrıntılardan yorulan, kesinlikten sıkılan, eleştiriden cesareti kırılan toptancı” zihinlerimizi iyice deforme etmiştir. Sonunda “usanıp, mekanizmaları hakkında hiçbir şey bilmediğimiz yöntemleri, nesneleri ve fikirleri tüketmeye koyulduk. Yanılmamızın doruğuysa, önümüze gelen şeylerin doğasında bir ayıklama yapabileceğimize saflıkla kanaat getirmemiz oldu. Tekniği ve ateşli silahları seçip, bunların temelinde yatan laikleştirici ve yıkıcı fikirleri kahramanca reddetmek… Yani hem şeriatın her yerde  varlığına tamamen boyun eğen tam bir Müslüman, hem girişimci bir kapitalist, hem işbitirici bir teknokrat, hem de ateşli bir milliyetçi olmak…”

Oysa “İslam Dünyası’nın sorunu, atadan kalma yüklerden, savunma reflekslerinden, entelektüel sıkışmalardan ve özellikle dünyanın tüm sorunlarına hazır cevapları olduğunu zanneden o iddiadan kaynaklanmaktadır… Söz konusu olan alçak gönüllü olmak ve dünyanın İslam’la başlayıp İslam’la bittiğini telkin eden o baş döndürücü benmerkezcilikten kurtulmaktır.”

Modernleşme sürecine katılamayan ve kavrayacak zihinsel donanımları da olmadığı için “saplantılı bir reddedişin histerili dilini” benimseyen Müslüman dünyanın, hem bu reddediş hem de Batılılaşma adıyla “Seçmeci uyarlama” çabalarının son tahlilde yaşanan travmayı derinleştirdiği, üstelik elde olanı, yani Din ve Geleneği de deforme ederek siyasal ya da sosyal düzeyde bağlamından ve amacından kopuk yama’lara indirgediği doğru. Böylece dini olmayan her sorun dinileştirilmekte ve ardından adeta din’e işkence edilerek bu sorunlara cevap doğurtmaya çalışılmakta. “İslam Düşüncesi” üst başlığı verilen bu zihinsel pataloji, sonuçta yapmaya çalıştığı şeyin tam tersini elde etti, yani Din’i sözü dinlenir, saygın ve üst bir hakem mercii olmaktan çıkartıp, her tür Batı’lı fikir ve söylemle rekabete zorlanan sıradan ve küçümsenebilir ilahi bir ideolojiye indirgedi. Jacgues Bergue’den alıntıladığınız gibi: “Her bir sözcüğün sonu Tanrıya varan Arap dili, gerçeği kavramak için değil, örtmek için doğmuştur.” Din Dili’nin bizde açıklayıcı değil, (modernlikten) koruyucu bir işlev üstlenmesi, sadece “İslam düşüncesi” adıyla kekeme bir terminoloji üretmedi, aynı zamanda çok tehlikeli bir şeyi, siyaset ve ekonomi düzeyini ahlakın üstünde gören şaşılığı da üretti. Örneğin; “Din, Ahlaktır” gibi bir söze en çok dindarların karşı çıkması ve “hayır, Din, siyasettir, ekonomidir, vb.” türden savunma amaçlı demagojilere yönelmesi, bu tehlikeli bozulmuşluğun göstergesi değil mi? M. Kundera’nın totaliter kitch dediği türden; her şeyi bir varlığın ülküsüne, tek bir amacın aracına, tartışılmaz bir Mitos’un şey’lerine bağlamak, modernlikle çarpışma sonrası ortaya çıkan çarpıklıklarımızdan biri… Cemalettin Efgani’den aktardığınız bir söz var ya: “Bütün gece boyunca bir petrol lambasının önünde çömelen Müslüman düşünürler kendilerine neden hiçbir zaman “üstü örtüldüğünde bu lamba niye tütüyor?” diye sormazlar.”

Tabi, ikinci elden modernlik olarak Batılılaşma’nın acentalığını üstlenen öteki yarımız, yani Batıcılarımızın da durumu farklı değil. Onlar da tersinden yüceltmeler, Mitoslaştırmalar yapıyor. En önemlisi fazladan olarak, Batı’ya kayıtsız şartsız teslimiyetin tefeciliğinden elde ettikleri konumla, içinde yaşadıkları toplumun kendilerine dönük nefretine karşı Batı’yla kurdukları ajanlık ilişkisi arasında, tükenmek üzereler.

krizzzzz

Bay Shayegan,

Modernlik ile yaşadığımız büyük çarpışma sonunda çok şeyimizi kaybettik. Ama kendimize haksızlık etmeyelim; Ontolojik yeteneksizliğimizden değil, çok yönlü bir saldırıyla darmadağın olmaklığımız nedeniyle birçok yönden sakat kaldık. Ancak, İran devrimi sonrası, 1980’li yıllarda yazdığınız bu satırlar, bütün acı gerçekleriyle birlikte, devrim sonrası ortaya çıkan alışkanlık dışı görüntülerin, şiddet ve baskıların sizde yarattığı ek öfke ve hatta tiksintinin ürünü olduğu için galiba, yer yer oryantalist gözlükler kullanmışsınız. Belki şimdi zihniniz biraz daha sakin tecelli ediyordur. Yine de söylemeden geçemeyeceğim, bizim İslamcı aydınlarımızın son otuz yıllık yazdıklarına bakınca, ya da Batıcılarımızın 80 yıllık çabalarını görünce insan üzülüyor… Bir kısmını hariç tutarsak, geride bir yığın halisünasyon, sayıklama, histerik çığlık, absürd cehalet örnekleri, anti modern saçmalıklar ya da Batıcı yalakalıklar, soysuzluklar toplamı duruyor… Bunlar kaç neslimizi harap etti bilmiyorum. Kaç kuşağı oyaladık bu cerbeze külliyatıyla.

Kimse çıkıp da, temelden ve usulden gerçek soruları gündeme getirmedi. Boş tartışmalarla zaten mecruh olmuş zihinlerimizi iyice tahrip ettik. Şimdi insanlarımızda ne düşünecek ne de doğru sorular soracak cesaret kaldı. Her şeyi akışına bıraktık. Artık kim Batıcı, kim dindar, kim kâfir, kim Müslüman belli değil. Hatta bu kategorilerin de bir anlamı kaldı mı, doğrusu emin değilim. Doğru, yanlış, iyi, kötü, güzel, çirkin, gerçek ve yalan… Hiçbir değer yargımız kalmadı.

Tek gerçek olan, bütün bu şizofreninin, patalojik bozulmanın İslamcı, Solcu, Batıcı, Liberal, Milliyetçi temsilcilerinin akıl almaz bir üleşim kavgasına tutuşmuş olduğu… Yaptıkları ve söylediklerini ciddiye alanlar, bedeller ödeyip hayattan dışlandı ama bu temsilciler kendilerini var eden yaralı bilinci sürekli kılıcı, derinleştirici sahte söylemleri terk edip ama onun sırtından elde ettikleri konumlarla ganimet peşine düştüler. Ürkütücü bir şehvet düşkünlüğü de peşlerinden gidiyor.

Yani tarih devam ediyor ve bizim, yani Batı dışı en önemli uygarlıklardan biri olarak Müslüman dünyanın “ kültürel şizofrenisi”, yeni yan ürünler, ek sonuçlar, travmalar üretmeye devam ediyor. Bakalım çocuklarımız neler görecek…

Bay Shayegan,

“Bizim dünyamız henüz tam anlamıyla büyübozumuna uğramamıştır”,diyorsunuz. El hak, modernliğin, bilimsel teoriler üzerinden ve teknolojik ürünlerin dönüştürücü etkisiyle kilise dogmalarını yerle bir ettiği türden bir “büyübozumu”nu gerçekten tam olarak yaşayamıyoruz. Bizim çağdaşçılar dahi modernliğin kendisini bir yeni büyü olarak sunup, üstelik başımıza vurarak savunuyorlarken, ‘nasıl çıksın karanlıklar aydınlığa?’

Topyekün ve tarihsel düzeyde yaşamamız gereken bir sıçramayı, yani modernleşmeyi, bırakın Batı tecrübesiyle daha az sancılı -ne bileyim din çatışmalarına filan girmeden- yaşamanın yollarını aramayı, biz iki yüz yıldır bu konuda bile en az on çeşit kavga malzemesi ürettik. İliklerimize ve hatta düşünme biçimimize sinmiş olan ‘Aşiretçiliği’ bir türlü aşamadık ve hepimizi ilgilendiren bu insanlık düzeyindeki sorunu dahi gelenekçi ve laikçi şeklinde iki aşirete bölünerek kendi kültürel segmentlerimizin tüketici çelişkilerine ekledik. Dediğiniz gibi “Fikirler dünkü fikirler, tavırlar bugünün tavırları” ya da tersi…

müs kriz

Bizde dinsel ya da laik dogmaların öyle Aşiret ağaları var ki; “kilise”, bunların yanında bir fiskelik çocuk kalır. Üstelik Bay Shayegan, bizim dogmalarımız, onları yıkması gerekenler tarafından korunuyor. Dini ya da geleneksel dogmalar laikler sayesinde, laikçi/çağdaşçı dogmalar da dindarlar sayesinde ayakta duruyor. Çünkü bizim dogmalarımızdan kurulu bir garip sosyal düzenimiz var. Diyorsunuz ya, “Modernlik, değiştirir, altüst eder, rahatsız eder ve paradoksal olarak kırıp geçmek istediği kesimlerin rolünü kuvvetlendirir”…Bizde modernleşme çabaları, sadece geleneğin arkaik temsilcilerini güçlendirmedi, fazladan birde modernist arkaizm ve sözde bilimci üfürükçüler türetti. Hatta o kadar ki, Cumhuriyetin iyi kötü tecrübesiyle birinciler neredeyse modernliği en iyi anlayan ve uyarlanmaya çalışan kıvama erdiler de, ikincilerden hiç ümidim yok. Tanrı ticaretiyle geçinenleri ‘Allahın yardımıyla’ rezil rüsva etmek artık mümkün, ama modernlik, çağdaşlık, ‘beyaz adam’ olma ticaretine karşı henüz hiçbir formül üretemedik. Sonuçta, sizin ifadelerinizle “gerçeği mitoslaştırma eğilimi, şeylerin tarihsel bir evrimi sürecinden ziyade, tözel bakıştaki değişmez özlere inanır.” İşte böyle bir girdapta boğulmak üzereyiz.

Aslına bakarsanız, o kadar karamsar olmaya gerek yok. Zira bu girdabın iki bileşeni olarak İslamcılık ve laikçilik ve bu bileşenin “alteregosu” olarak Anglofil düzenek, artık tükenmek üzere. En önemlisi muhafazakâr-dindar kitleler, bu girdabın bileşeni olmaktan çıkıp sahici bir modernleşmenin üreticisi ve taşıyıcısı olma potansiyeline sahip kesim durumuna geldiler.

Gerçi, eski girdabın yeni bir politik düzenekle tekrar kurulmasına dönük son bir hamle yapılıyor şu sıralar. Sanırım bu “oyun” artık tutmayacak ve Türkiye dinle devleti karşı karşıya getiren ve sonuçta her ikisini de zayıf latarak dışarıya bağlanmaya zorlayan yüzyıllık girdabından çıkarak esenliğe ulaşacak.

Türkiye’nin esenliği, biliyorsun İran’ı’da, diğer tüm Batı dışı dünyayı da çok yakından ilgilendiriyor.

shagan

Bay Shayegan, başta kitabınız için “can sıkıcı” demiştim.

Kendimizle yüzleşme geleneğimiz yok, biliyorsunuz. En önemlisi bizim “eleştirel akla” dair henüz tahammül yetimizde olgunlaşmadı. Bu nedenle kitabınızın hem yüzleşme hem eleştirel akla dair çarpıcı bir “örnek” olmasına sevinip, bunun ciddi bir tartışma başlatmamış olmasına üzülmek, can sıkıcı geldi.

Hem bizim coğrafyamızdan evrensel kalibrede beyinler çıkmasından umutlanıyor, hem de bunca yıldan sonra, bunca deneyimden sonra hâlâ “bulmaca”yı çözmek bir yana, henüz zor bir “bulmaca” ile karşı karşıya olduğumuzu dahi çok az insanın kavradığını düşününce, yeise düşüyoruz. Şairin dediği gibi: “yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe.”

Tarihte ve insanlık ailesinde varlığımız ve hüznâver yürüyüşümüz elbette sürecek. “Tatil”den dönüp, kaldığımız yerden devam edeceğiz. Ne dünyanın, ne de ülkemizin gidişatını haramilerin ‘dest-i a’dasına bırakmaya hiç niyetimiz yok. Biz olmasak çocuklarımız yarım kalanı tamamlayacak… “Modernleşme” belki de en çok bu “dava” için biran önce çözülmesi gereken temel sorunumuz ve bu sorunu da ancak “biz” çözeriz. Çözeceğiz de… C. Süreya’nın dizesinde olduğu gibi:

“Son kötü günleri yaşıyoruz belki.”

Son olarak, İran’ın gerçek devrimcilerine, Din adına yapılan çirkinlikleri görmüş ama ne dininden, ne de ülkesinden vazgeçmemiş bütün haysiyetli insanlarınıza çok selam.

Bay Shayegan

Hoşçakalın.

* Yaralı Bilinç, Daryush Shayegan, Metis yay.İst. 1991

Ahmet ÖZCAN

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir