Naylon Ayakkabılardan Plastik Denizlerine…

Türkiye’nin ilk defa plastik eşyalarla tanışması ve ülkenin bu gün bir plastik denizine dönüşmesi arasında öyle çok uzun yıllar olduğunu sanmıyorum. Galiba 50’li yıllarda ilk kez çocuklar için naylon ayakkabılar çıkmıştı. Hem ucuz, hem dayanıklı hem de yıkanabilen bu yeni tür ayakkabılar birden bire bütün çocukların ayaklarına girivermişti. Ben de istiyorum ama dedem aldırmıyor. Ayaklarım içinde nefes alamaz, çarpıklaşır ve büyümezmiş! Ayakkabı deriden, köseleden olurmuş.

Bende de bir merak evdekilerin başının etini yiyorum. Bilirsiniz büyükler çocukların bir istediğini almakta isteksiz olursa, hemen paramız yok! derler. Ben de her gün aynı cevapları alıyorum. Canım fena halde sıkkın, bir köşede otururken, bir grup çocuğun ellerinde konserve kutularından yapılmış kovalarla boş arsalara gidip, bir şeyler topladıklarını gördüm.

Merak işte, hemen yanlarına koşup sordum. Siz burada ne yapıyorsunuz? Demir ve cam parçalarını ayrı ayrı toplayıp, sonra satıp para kazanıyoruz dediler.  Aaa bu iyi fikir. Ben de kazanabilir miyim? Bul iki tane konserve kutusu katıl bize.  Hiç durur muyum? Çocukları tanımıyorum ama olsun. Hemen anneannemin bahçede çiçek ekmek için kenara koyduğu iki konserve kutusuna delik açıp ip bağladıktan sonra, koşarak çocuklara yetiştim. Artık her küflü çiviye, her kırık cam parçasına hazine bulmuş gibi atlıyorum.  Her küçük parça beni naylon ayakkabı isteğime biraz daha yaklaştırıyor. Neyse hava kararmadan o güne kadar fark etmediğim bir eskici dükkânına bulduğumuz hazineleri sattık. Tabii diğer çocuklara göre benim kazandığım para azdı ama gene de bir avuç bir kuruşluk, yüz paralıklar beş kuruşluklar vardı. Mutluydum. Paralarımı gururla cebime koyarak eve geldim. Uzun zamandır ortalarda olmadığım için sorguya çekilince hemen gene aynı gururla paralarımı gösterdim.

– Mademki naylon ayakkabı alacak paramız yok. Öyleyse ben de kendim kazanmaya karar verdim. Bütün gün çocuklarla demir ve cam toplayıp sattım!

İçerde önce bir sessizlik oldu. Sonra hep birlikte naylon ayakkabıya izin vermeyen dedeme yüklenildi ve elbette sonunda zafer benim oldu. Ertesi gün pırıl pırıl bembeyaz naylon ayakkabılarım oldu. Uzun zaman her gece arap sabunları ile yıkayıp kuruttuğumu hatırlıyorum.

Daha sonraları bütün ev kadınları evlerindeki güzelim bakırları eskicilere vererek, yerlerine renk renk naylon kaplar aldılar. Bu kapların bakırın yerini tutmadığını anladıklarında ise memleket çoktan bir plastik cenneti olmuştu. Şimdilerde ise dünyanın başına dert, yüzlerce yıl doğada erimeyen bir madde olarak pazar torbalarımızdan, tuvalet kağıdı taşıdığımız paketlere kadar her şeye hâkim olmuş durumda. Bir zamanlar plastik cenneti dediğimiz dükkânların aslında geleceğimizin cehennemi olduğunu, bilmem anlayabildik mi?

Not: Greenpeace verilerine göre Türkiye 2015 yılında dünyada en büyük altıncı plastik üreticisi konumunda.

Sabriye CEMBOLUK

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir