Kırım Tatar-Türklüğünün Mefahiri: Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu

Hem ana hem de baba tarafından saf bir etnik Türk olmama rağmen Türk Milleti mefhumunu etnik kökene irca etmeyen, bu mefhumun esasının İslam olduğunu bilen ve buna göre hareket eden biriyim. Ancak itiraf etmem lazımdır ki, yakın alaka duyduğum Müslüman-Türk unsurlar arasında Kazan ve Kırım Tatar-Türkleri ilk sırada gelmektedir.

Tatar isimlendirmesi ziyadesiyle tartışmalıdır. Bu iki unsura mensup olanların kimileri kendilerini sadece Tatar, kimileri Türk, kimileri de Tatar-Türk olarak tavsif etmektedir. Biz Tatar-Türk isimlendirmesini tercih edenlerden biriyiz. Ancak Kırım ve Kazan’da Tatar isimlendirmesi artık genel bir kabul görmüş gibi manzara arz etmektedir.

Gönül isterdi ki tüm Türkî unsurlar kendilerini “Türk” olarak tavsif etsinler. Her unsurun ayrı bir lehçede ısrarı bunun hayatiyet bulmamasının en mühim amili olmuş, merhum İsmail Gaspıralı’nın bu vadideki mücadelesi maalesef muvaffak olamamıştır. Bunun gerçekleşmesi için Kazan bir şans idi. Ancak önceleri İstanbul lehçesi üzre şiirler yazan Abdullah Tukay’ın bilahare Kazan lehçesini tercih edişi “Tatarcılık” akımına ciddî bir katkı sunmuş, Gaspıralı’nın hayalinin akim kalmasının da en göze batan sebeplerinden biri olmuştur. 

Gaspıralı, Rusların Türk unsurları üzerinde hâkimiyet tesis etmek ve bunu devamı ettirmek için her kabileyi millet, her lehçeyi de millî lisan telakki ettiğini, böylelikle aradaki asabiyeyi körüklediğini, onları birleşemez bir hale getirdiğini görüyor, çok ustaca buna mani olmak için çareler arıyordu.

Gaspıralı İslam’ın hadimi, bayraktarı olan Türklerin birliğini aslında İslam inancının ve ümmet şuurunun da bir gereği olarak talep ve arzu ediyordu. Kendisinin bu birliği gerçekleştirmek için istinat ettiği iki değer İslam ve Türkçe, vasıta ise okul ve gazete idi. Gaspıralı, Türkçeyi bir olgudan ziyade değer olarak gördüğü için İstanbul Türkçesini esas alıyordu. Böylelikle hem Osmanlı Devleti ile hem de onun muazzam müktesebatı ile münasebet de devam ettirilmiş olacaktı. Zaten yalıboyu Tatar-Türkleri İstanbul Türkçesine yakın bir lehçe konuştukları gibi başta Trabzon olmak üzere bazı Karadeniz şehirleri ile de Kırım’ın sahil şehirleri arasında sıcak, canlı ve hareketli bir ilişki mevcuttu.Tatarların kim olduğu, etnik köken ve bileşimi sadece tarihi anlamak için değil, bugün için de mühimdir. 1243’de Kösedağı’nda, 1248’te Bağdat’ta Müslümanların hunharane bir katliama maruz kalmaları, Cengiz ve sülalesine mensup bazı hanların vahşetleri sadece Osmanlı Türkleri arasında değil, Kazan’da da Tatar ve Tatar ismine yönelik bir tepkiye yol açmıştır.

Kırım’da Gaspıralı’nın Tatar isimlendirmesine yönelik tepkisinden çok önce de Kazan’da Şehabeddin Mercanî Tatar isimlendirmesine şiddetle karşı çıkmıştır.

Tatar ismi etnik köken açısından kime, hangi karışıma işaret ederse etsin 14.yüzyıldan itibaren Moğolları değil, Müslüman bazı Türkî unsurları ifade etmektedir. Kazan’da İdil-Bulgarve Kıpçak Türkleri birbirleriyle aynı olsun, ayrı olsun, karışmış olsun, Kazan Tatar Türklüğüne ana girdiyi sağlayan unsurdur. Her ne kadar Cengiz ordusunun ve komutanlarının arasında Moğol olmayan, Türk olan unsurlar da mevcutsa da bunların Kazan Türklüğüne sağladığı girdi net değildir. Hakikat şudur ki Kazan Tatar Türklüğünde belli oranda bir Moğol katkısı mevcuttur. Moğollar, Türkler arasında İslamiyet ve Türkçe ile erimiş ve Türkleşmişlerdir.

Kırım’da mesele biraz daha karışıktır. Kazan’da etnonim daha izah edilebilirdir. Müslümanlığı ilk kabul ettiği sabit olan İdil-Bulgar Türklerinin baskın olduğu ve onlara göre az olan Moğolların eridiği bir oluşum. Oysa Kırım’da durum biraz farklıdır. Kırım’ın kıyı boylarında çok değişik unsurlar yaşamaktaydı. Rumlar, Ermeniler, Cenevizler gibi gayrimüslim unsurlarla Türkler bir arada yaşamaktaydı. Hatta Anadolu Selçukluları zamanında buraya bir miktar Oğuz Türk’ü de gelip yerleşmişti.

Kırım’ın orta ve Kuzey bölgelerinde daha homojen unsurlar mevcuttu. Bunlar Kıpçak Türkleri ve Moğol ordularında bulunup bir kısmı Moğol, bir kısmı da Türk olan unsurlardır. Kırım’ı millet ya da birlik haline getiren şey yine İslam idi. Yalıboyu gayrimüslimlerinin bir kısmı da İslam’ı seçerek Türk olmuş, zaman içinde evlilikler yoluyla kaynaşarak her açıdan tam bir Türk haline gelmişlerdir.

Kısaca Kazan’da her ikisi de Müslüman olan etnik Türkler ve Moğollar yanında üçüncü unsur olarak kabaca “putperest” diyeceğimiz, ilahî dinlere mensup olmayan unsurlar da zaman içinde Müslüman olarak Tatar oluşumuna katkı sunarken Kırım’da Tatar oluşumuna girdi sağlayan üçüncü unsur ise yalıboyu gayrimüslimleri olmuştur.

İşte Türklüğe Adanmış Bir Ömür: Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu (Haz.Necati Demir-Osman Kubilay Gül, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2019) unvanlı söyleşi tarzında hazırlanmış esere konu Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu çok asırlar öncesi Türklerin hâkim olduğu ancak diğer gayrimüslimlerin Müslümanlaşarak bu hâkim unsur içinde erdiği bir bölgenin yiğit ve adanmış çocuğudur. Buralar Kırım Türklüğünün en meşhur müdafilerinin de çıktığı bölgelerdir.

Müslümanlığından ve Türklüğünden zerre miskal şüphesi olmayan, kendine güvenen birinden sadır olacak şu ifadelerde Kırımoğlu, Kırım Tatar Milleti’nin oluşumunu komplekssiz olarak izah etmektedir: “Bizim milletimiz Kırım’da oluşturulmuş bir millet. 1223’te Tatarlar geldiler.

Sadece Tatarlar değil, oradaki bütün milletler yavaş yavaş İslamiyet’i kabul ettiler. Böylelikle Kırım Tatarları oldular. Bizim doğduğumuz Ay-Serez, Sudak Bölgesi’nde esas olarak Cenevizlileryaşıyorlardı. Fakat o zamanlarda etnik temizlemeler moda da değildi. Onları hiç kimse öldürmedi, kimse de dokunmadı. Yavaş yavaş Türk oldular. Türklerin içerisine kaynayıp gittiler. Sonraları,Giray zamanında Osmanlı ittifakı olduktan sonra, Osmanlı Devleti askerleri de Kırım’a geldi. Türkler de geliyordu. Yani bizim aile orada yaşayan milletlerden oluşmuş bir ailedir… Bizim köyde bir Müslüman Mezarlığı vardı, bir de başka mezarlık vardı. Ama diğerini bilmiyorum. Büyükbabam, o mezarlığı göstererek, ‘Müslüman olmayan atalarımız burada gömülü’ dediğini hatırlıyorum”.

Kırımoğlu, Kazan Tatar-Türkleri yanında Kırım Tatar-Türklerinin de İslam’a sıkı sıkı sarılarak hayatta ve ayakta kalmalarının en canlı misallerinden birisidir. Kendisi “Ailemiz İslamî usullere göre yaşamaya özen gösterirdi. Yalan söylemek, birisinin bir şeyini çalmak ailede hoş görülmez, büyük günah olarak değerlendirilirdi” demektedir.

Kırımoğlu, Rus ve komünist vahşetinin, telakkisinin, zihin yapısının ne demek olduğunun en somut örneği ve tarihin en kara sayfalarından biri olan 18 Mayıs 1944 Kırım Tatar-Türk sürgün ve soykırımında Cenab-ı Hakk’ın takdiri iktizasınca hayatta kalabilmiş bir kundak çocuğudur. 18 Mayıs 1944’te gece yarısı askerler gelip sürgün kararını iletmiştir. Babası henüz Rus-Sovyet askeri olarak cephededir. Annesi kurşuna dizilmeye götürüleceklerini zannettiğinden yanına sadece bir Kur’an alır, ancak bir askerin “gidecek yer uzun” demesi üzerine yanına bir torba da un alır. İşte Kırımoğlu ailesini kurtaran da bu un torbası olmuştur. İnsanların çoğu öldürülmeye götürüldüklerini zannettikleri ve askerler de bir şey demedikleri için yanlarına yiyecek malzemesi almamış ve yollarda açlıktan ve gıdasızlıktan hayatlarını kaybetmişlerdir.

Kırımoğlu toplam sürgün edilen Tatar-Türk sayısını 238.500 kişi olarak söylemektedir. 1944 Kırım sürgünü, sadece Kırım’ı aslî sahiplerinden arındırmayı değil, zaten sayıları hayli azalmış olan Tatar-Türklerini hepten imhayı ve onların tüm izlerini silmeyi hedef almıştı.

Kendilerinin hazırlanmaları için azami 15-20 dakika verilen, yanlarına erzak alamayan, hayvan vagonlarında, sıhhî olmayan şartlarda günler sürecek yolculuğa çıkarılan insanların hatırı sayılır bir oranının hayatını kaybedeceği muhakkaktı.

Rus-Sovyet idaresi Kırım’da pek çok camiyi yıkmış, mezarlığı tahrip etmiş, kütüphanelerde ve evlerdeki tüm kitapları toplatıp yakmıştır. Bu yapılanlar aslında Tatar-Türklerinin bir kısmı hayatta kalsa da onların bir daha dönmemelerinin kararlaştırıldığını göstermektedir.

Kırım-Tatar Türklerinin çilesi sadece sürgün esnasında yaşananlarla sınırlı kalmadı. Onların yoğun olarak sürgün ve insanlık dışı şartlarda iskân edildikleri Özbekistan’da yaşadıkları da yazılır cinsten değildi. Çünkü Özbekler, onları trenden iner inmez taşlıyorlardı. Camilerde bile Tatar-Türkleri aleyhinde yoğun bir menfî propaganda faaliyeti yapılmış, onlar hain olarak görülmüş ve bu sebeple Tatar büyükleri camilere gitmemeye başlamıştır. Hâsılı Kırımlı mazlum Türkler, ilk yıllarda Özbek kardeşlerinden hemen hiçbir yardım ve kardeşlik görememişlerdir. Barakalarda soğuğun sebep olduğu pek çok ölüm Özbeklerin çok basit, sıradan yardımlarıyla önlenebilirdi. Onlar maalesef Kırım Türklerinin Almanlarla işbirliği ve Ruslara ihaneti sebebiyle kendi yakınlarının hayatlarını kaybettiğine inandırılmışlardı. Oysa İsmail Gaspıralı Türkler bazında ümmetçilik yaparken yaşanmış tecrübeler ışığında ve keskin öngörüsüyle hareket ediyor, bu gibi hadiselerin önünü almaya çalışıyordu. Özbekler, Kırım Tatar-Türklerini taşlamadan, onlara hain demeden, onlara kuru bir ekmeği çok görmeden önce dinlemeyi, anlamayı düşünselerdi netice çok daha farklı olabilirdi. Ancak Özbekler zaman içinde gerçeği anlamaya başlamışlardır. Maalesef hem Müslüman hem de Türk olan unsurlar arasındaki kardeşlik ve birlik maalesef bugün bile temin ve tesis edilememiştir.

Kırımoğlu ve ailesinin yaşadıkları yürek parçalayacak kadar hazindir. Açlık tabii bir durum olduğu için Kırımoğlu doyduğu gün tokluktan karnına ağrı girdiğini söylemektedir. Yazması, söylemesi, okuması zor olan şeylerin yaşanması nasıl bir histir acaba?

Kırımoğlu ve Tatar-Türklerini hayatta tutan şeyin biri insiyakî[içgüdüsel] yaşama arzusu ise diğeri de Kırım’a dönüş hayali olmuştur; kendisinin hayatının mühim bir kısmını hapishanelerde geçirmesinin sebebi de bu hayalin tahakkuku uğrunda gösterdiği çaba, sergilediği mücadele olmuştur. Bu sebeple nasıl Namık Kemal millet-adam, Talat Paşa beka-adam ise Kırımoğlu da mücadele-adam, vatan dönüş-adam diye tesmiye edilse sezadır. Yeryüzünün gördüğü eli en kanlı zalimlerin başında gelen ve Petro Grigorenko’nun ifadesiyle “XX. yüzyılın iki melun Führer’inden” biri olan Stalin 1953’te öldüğünde her talebe istekli ya da isteksiz ağlamaya mecburken o bilakis korkusuzca sevinçli bir hal takınmıştır. Mücadele-adamlık demek ki çocukluktan başlamaktadır.

Kırımoğlu’nu mücadelesinde kendisini başarılı kılan şeylerin başında mübalağa ve şiddetten kaçınması gelmektedir. O, birileri gibi ne Kırım Türklerinin nüfusunu ne de sürgün edilen veya süreç içinde öldürülenlerin sayısını abartmaya hacet duymuştur. Abartıya kaçanlar, hayalî ve afakî rakamlara istinat edenler, mücadelelerinde muvaffakiyetsizliğe mahkûmdurlar.

Kırımoğlu, şayet Kırım Tatar-Türk nüfusunu ve tesirini abartsa idi katiyetle başarılı olamazdı. O hakikî vaziyeti olduğu gibi kabul ettiği için farkında olarak veya olmayarak başka bir Kırım dava adamı olan Cafer Seydamet Kırımer’i rehber almıştır. Gaspıralı için Kırım Tatar-Türklerinin geleceğini garantiye almak, onların hayatlarını kolaylaştırmak için yapılacak en acil ve pratik iş, Rus Çarı ve idarecileriyle dengeli bir teba-metbu ilişkisini kabullenmek ve ona göre hareket etmek idi. Bu sebeple GaspıralıKırımoğlu’nun da sitemle bahsettiği bazı zahirî taviz ve aşırı tazim ifadelerine tevessül etmiştir. Ancak şunu hiç kimse unutmamalı: Gaspıralı adeta kökü kazınmak istenen bir unsurun bekasını temin vadisinde Çar’a birilerinin meddahlık[aşırı övücülük] ve tabasbus[yaltaklanma] gibi görünen tavırlar sergiliyordu. Hiç kimse diyemez ki Gaspıralı, bugünden bakınca hayli incitici görünen bahse konu sözleri sarf ederken 1783’te Potemkin’in, Kırım’ın işgaline mani olmak isteyen 30 bin civarında Müslümanı katlettiğini unutuyordu. Bir vatanın olabilmesi için her şeyden önce orada yaşayan insanın bulunması gerekir. İnsansız vatan olmaz. İnsanları devamlı katledilen, göçe zorlanan bir yerin ancak başkalarına vatan olacağı muhakkaktır. İşte Gaspıralı evvela Kırım Tatar-Türklerinin hayatta kalmasını, sonra Kırım’da kalmasını ve nihayetinde de bu iki hususu telakki ve tatbik edecek bir şuura sahip olmalarını istiyordu. Bu bakımdan muhterem Kırımoğlu, Gaspıralı’ya biraz haksızlık yapıyor ve onun II.Katerina’ya filan övgü dizmesine mühim manalar atfediyor. Buna rağmen kendisi Tercüman’ı Kur’an yanında tuttuklarını, kendisini Gaspıralı’nın anladığı manada yani Türklerin bir devlet altında toplanması yerine birbirine yakınlaşması düşüncesinde Turancı saydığını da söylemektedir.

Cafer Seydamet Kırımer ise başka bir konjonktürün adamıydı. Aslında o da Kırımoğlu gibi kimi yönlerden Gaspıralı’ya tenkit tevcih etmektedir. Kırımer, Gaspıralı’yı büyük bir lider kabul ederken aynı zamanda onu çok muhafazakâr ve aşırı temkinli bulmakta, onun siyaset yerine eğitim ve kültüre yine merkezî bir ağırlık vermesini, siyaseti dışlar gibi hareket etmesini 1905’ten sonra biraz problemli bulmaktadır. Gaspıralı, 1905 Rus Devrimi’ne temkinli yaklaşmış, ancak bilhassa İhtilalci Sosyalistlerle ilişkili bazı Kırımlı gençler, Gaspıralı’nın bu tavrına sert tepki göstermiş ve siyasî varyasyonlar içine girmiştir. Kaderin önüne elbette geçilemez ancak Gaspıralı 1917 Devrimi ve II. Dünya Harbi esnasında hayatta olsaydı belki bazı hadiseler çok daha farklı cereyan edebilirdi.

1917 Devrimi olduğunda Yalıboyu’nun çocuğu Cafer Seydamet ile Orkapısının çocuğu Çelebi Cihan, elbette ki millî-medenî muhtariyet yerine mülkî muhtariyet-cumhuriyet istemekte haklıydılar. 1783, hatta 1774’den beri esaret ve işgal altında yaşayan Kırım Tatar-Türklerinin cumhuriyet kurması, Bolşeviklerle mücadeleye girişmesi o günün şartları çerçevesinde mütalaa olunmalıdır. Ancak Gaspıralı, Rusları öven, onlara şükran sunan sözlerinde kelimelerin ağırlığını tartarken 1774’ü değil, çok daha eskileri, Kazan’ın düşüş tarihi olan 1552’yi de merkeze alıyor ve asırlar arası mesafeyi birkaç övgü cümlesinde eritiyordu. Kırımer, Gaspıralı’nın bu keskin ve ince zekâsını daha sonra takdir ettiğini ima eder ifadeler kullanmaktadır. Öyle ki Kırımer, eserlerinin çoğunda “ekmeden biçmek” metaforunu kullanmaktadır. Kırımer gibi liderler, şahsiyetlerini istihkar[hakir görme] ve istihfaf[küçümseme] ederek itiraf ve itizarda[özür] bulunmazlar. Gaspıralı Ruslara istinat ederken, Kırımer başta Ukraynalılar, mahkûm millet zimamdarlarıyla[liderleriyle] müttefik olmanın zaruretini kabul etmiştir. “Mahkûm Milletler İttifakı” Cafer Seydamet’in sıkça atıf yaptığı bir tabirdir.

İşte KırımoğluGaspıralı’nın ve Kırımer’in bazı hususiyetlerini kendince mezcetmiş ve bunda da başarılı olmuştur. Gaspıralı’dan temkini, Kırımer’den de Ukrayna gibi sair mahkûm milletlerle ittifak etme pratiğini almıştır.

Cafer Seydamet, Rusların Çarlık ve Komünizm devirlerini esasta bir ve aynı görür. Ruslar Çarlık döneminde de Sovyet döneminde de işgale ve mahkûm milletleri sömürmeye devam etmişlerdir. Bu, Rus milletinin ana karakteristiğidir. Rus, netice elde etmek için kutsala yemin eden, söz veren, ancak en müsait ve münasip anda da bu yeminini, sözünü çiğneyerek kutsal inancı ve telakkisi olmadığını müteaddit defalar irae[göstermek] ve ispat etmiş insanların ismidir. Kırımer, bu sebeple en fazla Ukrayna tarihine atıfta bulunur. Ruslar, Ukraynalılara da söz vermişler, ancak onların bağımsızlığını sonra da özerkliğini yok etmişlerdir. Hatta öyle ki dillerine bile müdahalede bulunmuşlardır. Ruslar aynı taktiği pek çok millete karşı da uygulamıştır. Kırım Hanlığı da aynı taktiğin kurbanıdır. Rusya, 1774 Kaynarca Anlaşması’ndaki sözünden inhiraf ederek[dönerek] 1783’deki işgali gerçekleştirmiştir. Aynı şekilde bu tarihte verdiği Kırımlılara verdiği tüm sözleri de bilahare yok saymış, Kırım Türklerinin topraklarına el koymuş, onların göçünü teşvik ve teshil etmiş[kolaylaştırmış], onların topraklarına farklı milletlerden gayrimüslim insanlar iskan etmiştir. Hakeza Lenin ve Ruslukta ondan aşağı kalmayan Stalin de Bolşevik Devrimi’ni gerçekleştirebilmek için Çarlığın ezdiği, mazlum ve mahkûm milletlere işiteni sarhoş edecek vaad ve taahhütlerde bulunmuş, bu milletler de “bu defa galiba her şey farklı olacak” diyerek bu sözlere inanmışlar ve Bolşeviklere yardım etmişlerdir. Lenin bile Çarlığa, Denikin ve Kolçak’a karşı galip gelmelerinde Çarlığın ezdiği bu mahkûm ve mazlum milletlerin yardımının ana amil olduğunu itiraf etmiştir.

Kırımoğlu ve arkadaşları mücadelelerinde evvela Sovyet rejimine hizmet eden, bilhassa da II. Dünya Harbi’nde Sovyet ordusunda kahramanlık gösteren Kırım Tatar-Türklerini öne çıkarmışlar, bilahare de insan hakları savunucuları ile dayanışma içerisine girmişlerdir. Kırımoğlu hapis yattığı dönemlerin bazılarında bu sayede hayatta kalabilmiştir. Çünkü kendisi zaman içinde herkesin takip ettiği bir insan hakları “meselesi” haline gelmiştir.

Yalnız tekrar hatırlatmak gerekir ki, Kırımoğlu hayatta kalmanın manevî sağlamlığa ve inanca merbut[bağlı] ve müstenit[dayalı] olduğunu bihakkın takdir ettiği içindir ki hem çok erken yaşta Arap Harfli Türkçe öğrenmiş hem de İslam’a yakın olabilmek için Taşkent Arap Dili ve Edebiyat Fakültesi’nde okumak için müracaatta bulunmuştur. Çünkü Kırımoğlu İslam’ı daha iyi öğrenmenin yolunun Arapça’dan geçtiğine inanmaktadır. Fakat kendisini bu okula almamışlardır. Kendisi Taşkent’te imam yetiştirilen Orta Asya ve Kazakistan Dinî Birliği’nin okuluna da müracaat etmiş, oraya da alınmamıştır. Çünkü bu okulda genelde ajan yetiştirilmektedir ve yetkililer Kırım Tatar-Türklerinden ajan yetişmeyeceğini düşünmektedirler. Fakat bu söyleşi kitabından tam anlaşılamıyorsa da muhtemelen Kırımoğlu Arapçayı okuyabilecek derecede öğrenmiştir. Kanaatimiz odur ki hocası da Eski Harfli Türkçe öğrenmede olduğu gibi yine babası olmuştur. Kırımoğlu’nu teşkilatlı mücadeleye dâhil eden de kütüphanede okuduğu Arapça kitaplar olmuştur. Kendisi gibi Tatarlar onun bu merakını görüp kendisiyle iletişim kurmuşlar ve böylelikle Kırımoğlu’nun teşkilatçılığı başlamıştır.

Kırımoğlu 1962 senesinde Taşkent Ziraat Mekanizasyon ve Sulama Enstitüsü’ne kaydolur. Ancak milliyetçi, anti-sovyet olduğu gerekçesiyle okuldan atılır, uzaktan eğitimle mezun olmasına da imkân tanınmaz. Enstitü ile ilişkisi kesilince de askere çağrılır ama askere gitmeyi reddeder. Çünkü hem vatansızdır hem de okuldan atılmıştır; bu sebeple yetkililere, askere alınmasını ve eline silah verilmesini mantıksız bulduğunu söyler. Yetkililer “kim söyledi sana silah vereceğimizi? Elinize kürek vereceğiz. Çalışacaksınız” der. Kendisi düşmanı olmadığını, esas düşmanının kendisini vatansız bırakanlar olduğunu söyler ve neticede hapis cezasına mahkûm olur. Ancak mahkûmiyet hayatı kitap okuma ve lisan öğrenme yönünden verimli geçer. Cezaevinde ajanlık teklifine muhatap olur ve tabiatıyla teklif sahiplerine hak ettikleri cevabı verir.

Cezaevinden çıktıktan sonra mücadeleye kaldığı yerden devam eder. Kırım Tatar-Türklerinin meselesi tek başına dikkat çekici olmadığından Sovyet Rusya içinde ve dışındaki tüm insan hakkı ihlallerine müdahil olarak seslerini duyurmaya çalışırlar. 1967’de cezaevinden çıktıktan sonra insan hakları savunucusu Petro Grigorenko’nun tutuklanması üzerine SSCB İnsan Hakları Girişimi Grubu’nun lideri olur. Grigorenko’nun tutuklanmasını protesto için 1969’da Moskova’da bir gösteri düzenlerler. Gösteriden netice alamadıkları gibi kendisi de “Sovyet hükümetine karşı düşmanca faaliyetler ve antisovyet propagandası” yapmakla suçlanıp tutuklanır. Kırımlı insan hakları savunucusu [Kırımçak, Karaim?] İlya Gabay da kendisiyle birlikte yargılanır ve 3 yıl hapis cezasına çarptırılırlar.

Kırımoğlu hatırat-söyleşide Petro Grigorenko’yu şükranla yâd etmektedir. Ancak kendilerini Grigorenko ile tanıştıran kişi, Çeçen ve İnguşları savunan Kasterin isimli bir Rus yazarı olmuştur. 1970’de bir otelde çiğ börekli bir toplantıya davet edilen Kasterin, hastalığı sebebiyle gelemez ve yerine Grigorenko’yu gönderir. Bu andan itibaren de Grigorenko Kırım Tatar-Türklerinin millî davası için mühim bir isim haline gelir. Moskova’ya gelen herkes onun evinde misafir kalmaktadır. Grigorenko ile mücadele edemeyen Ruslar onu evvela akıl hastası olduğu gerekçesiyle hastaneye kapatmış, sonra da tedavisi için ABD’ye gitmesine izin vermişlerdir. ABD Kırım Tatarları Derneği başkanı Fikret Yurter, Kırımoğlu’nun akrabası olduğu için kendisini Grigorenko ile telefonda konuşturmuş, o da “beni vatanımdan ayırdılar, bir şeyler yapınız” diye ağlayarak yardım istemiştir. Kırımoğlu, bir dönem Rus ordusunda general olan Grigorenko için uğraşmış ancak başarılı olamamıştır. Grigorenko, Kırımoğlu’na Sovyet yetkililere karşı protestoları azaltmalarını, bunun yerine uluslar arası örgütlere ve Birleşmiş Milletlere seslerini duyurmalarını tavsiye etmesi, ufuk açıcı bir rol oynaması sebebiyle mühim bir hizmet ifa etmiş bir insan hakları savunucusudur. Kırımoğlu için Andrei Sakharov da mühim bir isimdir.

Kırımoğlu Kırım’a ilk defa 1973’te gider. Bu bir ziyarettir.

1974’te de Moskova’ya gelecek ABD Başkanı Richard Nixon’a mektup vereceği iddiasıyla tutuklanır ve Omsk bölgesinde şartları çok ağır olan bir çalışma kampına gönderilir. Bu kamp da okuma açısından verimli geçer ve Dostoyevski’nin tüm eserlerini İngilizce olarak okur. Bu kampta öldürülmekten Uluslararası Af Örgütü’nün takibinde olduğu için kurtulmuştur. Kamp cezasının bitimine üç gün kala tekrar tutuklanır ve bunu protesto için açlık grevine, başarısız olursa da sakladığı çakı ile kendisini öldürmeye karar verir, ancak yetkililer bıçağı bulup alırlar.

Grigorenko ve Sakharov bu açlık grevi sebebiyle Moskova’da basın toplantısı yaparlar ve bunu dünyaya duyururlar. Kendisi kimseyle görüştürülmediği için bir müddet sonra herkes onun öldürüldüğüne hükmeder. Grigorenko ve Sakharov 7 aydır açlık grevinde olan Kırımoğlu’nun büyük ihtimalle öldüğünü söylemiş, London Times gazetesi de 1975’te öldüğünü yazmıştır. Türkiye’de de öldüğü haberi yayılmış, birçok ilde gıyabi cenaze namazı kılınmıştır. Ancak 1976’da ölmediği anlaşılmış, Sakharov’un ricası, ölümünün artık düşmanları sevindireceği ikazı üzerine de 303 günlük açlık grevine son vermiştir.

Mahkûmiyet kararıyla kendisi Sibirya’daki Primorsky Çalışma Kampı’na gönderilmiştir.

Burada açlık grevinden çıkmış olmasına rağmen zor şartlarda yaşamış ancak hayatta kalmıştır. Burada da çok verimli bir okuma süreci geçirmiştir. 1977’de şartlı olarak serbest bırakılmıştır. Ancak denetime karşı çıktığı bahanesiyle tekrar yargılanmış ve 1979’un Şubat ayında 16 ay hapis cezasına çarptırılmış, 4 yıllığına Yakutistan’a sürgün’e gönderilmiştir. Buradayken mektup arkadaşlığı yaptığı Safinar Hanım ile 1980’de evlenmiştir.

kıırırır

1983’te sürgün cezası bitince ailesiyle Kırım’a yerleşmek için gelmiş, ancak polisler kendilerini tekrar Özbekistan’a giden trene bindirmişlerdir. Bu tarihte malum bahanelerle tekrar tutuklanmış ve mahkeme kendisine 3 yıl çalışma kampı cezası vermiş ve kendisi Uptar Çalışma Kampı’na gönderilmiştir. Bu cezanın bitimine doğru kendisine alışkanlık gereği yeni bir dava açılmıştır. Ancak İzlanda’da Gorbaçov ile Reagan arasında yapılan görüşmede Sakharov’un katkısıyla ismi pazarlık konusu olan serbest bırakılacaklar listesinde yer aldığından kendisine 5 yıllık denetim süresinde bir suç işlenmesi halinde infaz edilmek üzere 3 yıllık hapis cezası verilmiştir.

Kırım’a dönüş izin için 1987’de Kızılmeydan’da büyük bir gösteri yapılır. Kendisi cezası sebebiyle Taşkent’ten çıkması yasak olduğu için gösteriye katılamaz ama organizasyona büyük katkı sağlar. Gorbaçov’la görüşmek mümkün olmamıştır. Gromiko ise taleplere sıcak yaklaşmamıştır. Ancak göç başlamıştır. 1987-88 yıllarında yaklaşık kırk bin kişi Kırım’a göç etmiştir.

Yalta’ya yerleşmek isteyenlere polis 1992’de çok sert davranmış bunun üzerine, Akmescit’te Kırım Meclisi toplantıya çağrılmış, öz savunma birimleri kurulması teşvik edilmiş, büyük bir protesto gösterisi düzenlenmiş, Kırımoğlu şiddet yolunun tercih edilmesinin yanlış olduğunu, barışçıl yollarla çözümün doğru olacağını söylemiş ve bu da kalabalık tarafından kabul görmüştür.

1989’da Kırım Tatar Millî Hareketi Teşkilatı kurulmuş, kendisi başkan seçilmiş, 1991’de Kırım Kurultay’ı toplanmış, bu kurultayda 33 kişi gizli oylama ile Kırım Tatar Millî Meclisi’ne, kendisi de 5 yıllığına başkanlığa seçilmiştir. Bu esnada Sovyet idarecilerle Moskova’da bir görüşme vuku bulmuş, Rus-Sovyet Meclis Başkan yardımcısı Kırım’ı tanımak istediklerini, 1954’te Kırım’ın Ukrayna’ya ait olduğunu ilan eden antlaşmayı iptal etmek istediklerini söyleyerek kendilerinin nasıl baktıklarını sormuş, Kırımoğlu da “Şimdiye kadar hiç kimse bizim fikirlerimizle ilgilenmedi. 1944’te bizi sürgün ettiler. Elbette bütün kararlar normal değil ama siz neden iptal için 1954’ten başlıyorsunuz. Bence öncelikle 1783’te Kırım’ın Rusya’ya eklenmesi kararından başlayınız iptale. Sonrasında diğer anlaşmalara sıra gelir” cevabını vermiştir.

Kırımoğlu 2013’te başkanlıktan ayrılır, gerekçe gençlere yer açmaktır. Kendisi Ukrayna Parlamentosu’nda vekildir.

Kırımoğlu Kırım’da nüfusun 2 milyon 100 bin civarında olduğunu, bu nüfusun %58’inin Rus, %24’ünün Ukraynalı, %14’ünün Kırım Tatar Türk’ü ve geri kalanın da Ermeni, Yahudi ve Rum olduğunu, buradaki Ukraynalıların kendilerini Rusya’ya yakın gördüklerini söylemekt

Kırımoğlu’nun Kırım’ın işgalinden sonra Putin ile olan görüşmesi ise şöyledir. İşgalden sonra Kazan Tatarlarını temsilen Mintimer Şaymiyev görüşme talep eder. Görüşme Kazan’da gerçekleşecektir. Şaymiyev, görüşmeden Putin’in haberi olduğunu ve kendisiyle de görüşmek istediğini söyler. Kırımoğlu, Putin ile görüşmeye hazır olmadığını, şayet mesele Rus askerlerinin Kırım’dan nasıl çıkacağı ise konuşalım, oldu-bitti şeklinde bir görüşme ise Ukrayna başbakanı ve cumhurbaşkanını bilgilendirmesi gerektiğini söyler. Görüşme yeri değişir ve Moskova olur. Orada Tataristan temsilciğinde Şaymiyev ile konuşur. Ancak Şaymiyev, Kırım’ın işgali iyi oldu gibi bir şey söylemez. Şaymiyev’den Putin’e Rusya’nın Kırım’dan çekilmesi gerektiğini söylemesini ister. Şaymiyev de bunu kendisinin söylemesini doğru bulur. İkinci katta bir odanın içinde bir masa üstündeki telefonla 40-45 dakikalık bir görüşme olur. Putin, övücü sözler söyler, Kırımoğlu işgalin hukuk dışı olduğunu, Putin referandum sonucuna bakılmasını gerektiğini, Kırımoğlu bunu tanımayacaklarını, Putin de öyle ise Ukrayna’nın da ayrılmasının hukuk dışı olduğunu söyler ve konuşmanın sonunda “Bu telefon günün 24 saati size açık. Benimle ne zaman isterseniz görüşebilirsiniz” der. Bu görüşmenin üzerinden iki hafta geçtikten sonra Rusya’ya girişi 5 yıl yasaklanır. Yetkililer, yasak kapsamına Kırım’ın da dâhil olduğunu söylerler. Cafer Seydamet, kehanette bulunuyor değildi elbet ancak o, Rus karakterini çok iyi tahlil etmişti. Rus, yine verdiği sözü tutmamıştı. 

Kırımoğlu Kırım’da Rusya’ya katılmak için yapılan referanduma katılım oranının %85 olduğunun söylenmesine rağmen bunun %48’lerde kaldığını ifade etmektedir. Kırımoğlu, işgal bittikten sonra Ukrayna’nın Kırım’da Kırım Tatar Cumhuriyeti kurulmasına sıcak baktığını da ilave etmektedir.

Kırım Tatar-Türklerinin beka, kurtuluş ve vatana dönüş mücadelesinde üç lider öne çıkmaktadır. Gaspıralı, Kırımer ve Kırımoğlu. Gaspıralı genel bir beka meselesi ve kaygısını merkeze almış, siyaset yerine eğitim ve kültür ile evvela Kırım Türklerini yenileştirmeyi sonra da Tercüman gazetesi ve İstanbul Türkçesi aracılığıyla tüm Müslüman Türklerin yakınlaşmasını şiar edinmiş entelektüel bir liderdi. O aynı zamanda İslam dünyasının meselelerini de dert edinmiş, İslam ümmetinin birliğini iki cepheli, daha doğrusu iki veçheli sağlamaya çalışmıştır. Herşeyden evvel aynı etnik ya da kavmî kökene mensubiyet, yakın ve birbiriyle ilişkili coğrafyalarda yaşamaları sebebiyle Müslüman Türklerin birliğini, sonra da tüm Müslümanların birliğini hedef almıştır. Gaspıralı, çağın Müslümanlardan yana olmadığını, bunun muhtelif ve müteaddit[pek çok] sebepleri olduğunu, bu yüzden çok uzun müddet içe dönük çalışma yapmanın şart olduğunu, eğitim ve kültüre önem verilmesi, farklılıkların mümkün mertebe azaltılması, İslamî ilkelerin özüne bakılması gerektiğini söyleyen biridir. O, bilhassa ihtilafların azaltılması hususunda elde edilecek bir başarının pek çok değişim ve gelişimin motoru olacağına inanan biriydi. Bu sebeple bağımsızlık, özerklik, Rusya ile kavga, çatışma onun için sadece mevsimsiz değil, aynı zamanda da gereksiz idi. Buna yönelik tepkinin en mühim ismi değilse bile temsilcisi ise Cafer Seydamet Kırımer’di.

1905 Devrimi ile öne çıkan ve Gaspıralı’ya muhalif olan Abdürreşid Mehdî ile 1917 Devrimi’nden sonra ismi öne çıkan ve 26 Kasım 1917’de toplanan kurultay neticesinde ilan edilen Kırım Halk Cumhuriyeti’nin reisi Çelebi Cihan’ın erken ölümleri, ister istemez Kırımer’in ismini ön plana çıkarmıştır. Kırımer, 1917’den itibaren bilgi ve liderlik yönüyle temayüz etmiş biriydi. O, mahkûm milletlerle birlikte bahusus Ukrayna ile hareket etmeyi şiar edinmiştir. Türkiye’de okuması, bilahare Türkiye’de yaşaması, çok yazması Kırım davasını diri tutmuş, en azından ciddî bir bilgi birikiminin ortaya çıkmasına vesile olmuştur. 18 Mayıs 1944 tarihindeki sürgüne mazeret ve bahane teşkil eden bazı Kırımlıların Alman bağlantısı ile Kırımer’ın ilgisi ve varsa aracılığı farklı çalışmaların konusudur. Kendisinin Edige Kırımal’dan daha farklı bir pozisyonu olduğunu zannetmekteyiz.

Kırımoğlu ise “Vatana Dönüş” davasının mümessili ve sembol ismidir. Kendisi de Kırımer gibiUkrayna ile hareket edilmesini şiar edinmiştir. Bu üç isim Türkiye ile ilişkileri malum ve müspet olan liderlerdir. Türkiye Kırım Tatar-Türklerinin Kırım ile eşdeğer anavatanıdır. Kırım’dan Osmanlı topraklarına hicret etmiş Kırım Tatar-Türkleri hak ettikleri sayıda ve yoğunlukta bir tetkike tabi tutulmamışlardır. 1800’lerin sonu ve 1900’lü yılların başında Fatih ve Karagümrük adeta bir küçük Kırım’dır. 1870-1910 arası İstanbul’daki yüksek mekteplerde ve hatta idadilerde hatırı sayılır bir Kırım Tatar-Türk’ü mevcuttur. Ceyhan İHL’de okurken okulumuzun hamisi Ceyhan Belediye Başkanı merhum Dr.Mahir Alpboydak’ın Kırım Tatar-Türk’ü olduğunu çok sonraları öğrendik. Aynı dönemde okuduğumuz oğlu da bilahare Ceyhan belediye başkanlığı yaptı. Büyükmangıt, Küçükmangıt köylerinde gezmişliğim, top oynamışlığım vardı ama onların Kırım Tatar-Türk’ü olduklarını bilmezdik. Hâsılı kök-nüfusumuzda çok ciddî bir Kırım Tatar-Türk’ü girdisi mevcuttur.

Kırım ile Kırım Tatar-Türkleri ile ilgilenmek her şeyden evvel bir şuur meselesidir. Şuur, biraz tıynet, fıtrat meselesi biraz da eğitim ve okuma meselesidir. Ancak ne yazık ki biz okuma alışkınlığı zayıf bir millet olduğumuz için şuurumuz da o nispette eksiklikle malul oluyor. 

Bu kitabı naçizane herkese tavsiye ediyoruz. Söyleşiyi hazırlayanlar hakikaten çok kıymetli bir işe imza atmışlar. Yalnız yeni baskıları hazırlanırken girizgah kısmının daha esaslı ve birincil kaynaklarla zenginleştirilmesinin ve daha konsantre malumat verilmesinin faydadan halî olmayacağını da ifade edelim.

İsmail KÜÇÜKKILINÇ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir