Dost Bağının Meyveleri Erişti: Aşk ve Kül

Yay, sonuna kadar gerilir; sözcükler tam dile dökülecekken yay kopar ve dil içe çöker. Geriye kelamdan sadece kül kalır. Kalbî kıvılcımlar tekrar bu külleri tutuşturmak için en derinlerden bir esrimeye, titremeye, patlamaya başlar. İçsel patlama, gerilim, melankoli doruk deneyimin zirvesinde bir kartal gibi sevgiliyi seyre başlar. Doruk yaşantı, mistik ve mitik olanla buluşur, kaotik olan kozmik bir varoluşa ulaşır; kozmik olan, peygambervari bir haykırışla sözcüklere yeniden ruh vererek küle dönüşen sözcükleri yeniden canlandırır. Dilin manaya kifayetsiz kaldığı dorukta peygambervari feryat, ilahi ufukla birleşir ve şuur ilahi ufukta rizomatik bir yayılıma başlar. Buradaki feryadın ulaşacağı nihai bir nokta yoktur. Sadece doruk bir deneyim vardır. Ruhsal bir ritimle, peygambervari bir sezgiyle aşırılığın sınırı yoktur. Aşırı olan ilahidir, akli değildir. Aklın iflasıdır aşırılık ama bu aşırılık ilahi sonsuzluktur. Sevgiliyle buluşma aynı zamanda onu aşmaktır. Bedensel değil, ruhsal bir enkazdan geriye kalan küldür sadece. Kül olanın tekrar mayalanması için söz/söylem ilahi huzurdan başlar. Sözcükler, Tanrısal bir yağmura tutulur; kül, dilde yeniden harlanmaya başlar. Dilin ve gönlün yangınında pişen sözcükler kıvama gelince damla, deryaya düşmüştür çoktan. Zihinsel sarhoşluk değil, ruhsal esrime ve patlamadır kelama ruh veren…

Varlık, bir sır olarak var olur ve varlıktan çekildikten sonra da bir sır olarak kalır. Olgunlaşan varlık deryasında, aslolan varlığın birliğidir. Varlık âlemi kutsal bir koroya tutulur, kelimeler bu kutsal korunun olgunluğundan taşarak gerilerek gelirler. Rahmani olanın tebaasıdır sözcükler burada. Zihinsel huzursuzluk bu evrenin dışına taşmadan yatışmaz. Kendi benliğimiz maddi kuşatılmışlık içinde her seferinde ruhumuza bir çizik atar. Zaman ve mekânla sınırlı olmak ve ölümden sonraki belirsizliği ortadan kaldırmak ancak yüce bir dostun şefkatli avuçlarında kanat çırpmakla mümkündür. Var olmanın ölümcül sarhoşluğu ile varlıktan sonraki ölümcül belirsizliği çakıştırmadan huzura kavuşmaz ruhlarımız. Anlamın bağrına nüfuz etmek için sözcükleri mayalamak kaçınılmaz bir hal alır, zihin sadece burada demlenebilir. Varlığın mayalanması ise ancak Yüce bir dostun bağında mümkündür. Benliğimiz varlık deryasıyla bütünsel bir raksa tutuşur. Ne varlık varlıktır, ne de benliğimiz kendisidir artık.

Dost bağının meyveleri erişti,
Ayva benim, alma benim, nar benim.
Çeşmim yaşı ummanlara karıştı,
Cefakârım sitemkârım var benim.

Varlığı var eden ve hamd-ü senaya layık olan Yüce Dost, varlığı bir bütünlük için var eder. Evrendeki tüm varlık âlemi birbiriyle kopmaz bir bağla bağlıdır. Varlık burada kendisine âşıktır. Varlığın döktüğü gözyaşları ummanlara karışırken cefa ve sitem de başlar. Var olmayı taşımak cefadır, cefanın ve sitemin olması kaçınılmazdır. Çünkü var olmak ayrılmaktır, firaktır, nar-ı firkattir. Var olmanın acısını meydana çıkaran bütünden kopuştur.  Tüm oluş ve bozuluş bir kemale ulaşmak içindir. Burada Dostun bağındaki tüm varlık kemale ermiştir. Kemalin zirvesi insandır. İnsan, kâinatın tüm bilgisinin kendisine nakşedildiği halife-varlıktır. Varlığın tüm bilgisiyle nakşedilerek var edilen insan, varlık deryasına düştüğü andan itibaren bilgisel/bilişsel bir kopuşa maruz kalmıştır. Tekrar o bütünlüğe ulaşmak için acı çeker.

Yedi derya boz-bulanık selinden,
Halk-ı âlem aciz kaldı dilimden.
Ben bülbülüm ayrı düştüm gülümden,
Efgan benim, matem benim, zar benim.

Varlık âlemi yedi deryadan oluşur ve bu deryaların her biri birer perdedir. Bu nedenle var olan varlık, hakiki değil mecazidir. Bu nedenle yaratılmış olan âlem dile gelmez. Sözcüklere sığmayacak kadar yücedir çünkü. Varlık deryasında var olmak, varlığı hak etmek, varlığa mazhar olmak aynı zamanda şiddetli bir kopuştur. İşte tam da feryat burada başlar. Feryatlar da matemler de ahu zarlar da varlığın ta kendisi olur.

Mail oldum kisvesine tacına,
Bend olmuşum siyah zülfü ucuna.
Mansur gibi asılırım saçına,
Kâkül benim, perçem benim, dar benim.

Dilin aciz kalması hayret etmek, hayran kalmak, vurulmakla ilgilidir.  Gevheri’nin tutunabileceği, bağlanabileceği tek bir dalı vardır. Sevgilinin zülüflerinin ucuna. O kadar hassastır ki bu durum sadece zülüflerin o incecik uçlarına tutunabilir. Buna tutunmak denilemez. Tutunmak ister ama tutunamamayı dile getirir bu zülfün uçlarıyla. Mansur’la özdeşleşir. Kelimeler kifayetsiz kalınca “zülfün ucu, Mansur, kâkül, perçem, dar (mekân/yer)” devreye girer; söylenecek olan söylenemez. Çünkü her şey kül olmuştur. Çünkü coşku, içsel patlama, ruhsal esrimede sözcüklere dilin kazıkları çakılmaz. Dilin sürgününü devam ettirir böylece. Sözcükler sürgünde değilse, sinedeki firakın bir anlamı yoktur. Maddi olan aşılmalıdır; ilham, ilahi kaynağın sonsuzluğundan fışkırmalıdır. Sonsuz geriye çekilen ruhsal esrime, münzevi ve Tanrısal yalnızlıkla birleşir, meczup olmanın verdiği kararsızlık hali bu dünyanın hem içine hem dışına fırlatır Gevheri’yi. Kaotik olanın kozmik, kozmik olanın da kaotik bir hal almasıyla sembolizm öteki taraftan feryat eder; dil yine kifayetsizdir aşk için ve bu nedenle sadece sembol kalır kül olarak elinde:

Gevheri der, kime gönül katayım?
Gevherimi nadanlara satayım.
Dost bağında bülbül gibi öteyim,
Gülşen benim, güller benim, har benim.

Soru, şuuru şaha kaldırır. Gönül kararsızdır. Dosta satılmaz asil olan, hediye edilebilir ancak. Satılacak olan nadanlara satılır çünkü. Dost bağında var olmanın yolu buradan geçer. Dostla bir olmanın tek çıkarı budur. Halk-ı âlemin (yaratılmış olanın)  aciz kaldığı dilinden sürgün eder kelimeleri ve gönlünü katacak bir şey bulamaz. Gerilim artar ve çaresiz bir şekilde nadanlara satar. Gönlün huzura ereceği yer belirsizliktir. Çünkü dost bağında bülbül gibi ötmesi ancak bununla mümkündür. Gül bahçesine dönüşür, burada da ya aşısız ağacın meyvesi olur ya da yanıp tutuşur; küle dönüşür, Gevheri’nin elinden geriye kalan sadece küldür. Kendi içine sonsuz bir çöküşle çöker, ruhu geriye çektikçe çeker, var olmanın sınırlılığından kurtulmanın tek çaresi içe doğru sonsuz çöküştür. Sonsuz bir dorukta, kendinden geriye kalan külü tekrar tutuşturur ve:

Gülşen benim, güller benim har benim.”  feryadı arş-ı âlâya yükselir.

Gürgün KARAMAN

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir