Mekânın Hâkimiyeti/Mekânın Gücü

Mekânın hafızası olduğu kadar gücü de vardır. Belki insanoğlu hırslarıyla mekân üzerinde tasarrufa giderek gücünü tecessüm ettirirken, zamanla mekânın da insanları kontrol eder hale geldiğini görebiliriz. Ya da toplum veya toplulukların pek çok durumunu mekân kategorisi üzerinden okumak mümkündür. Bunu en iyi müşahede edebileceğimiz mekânlar ve insan tasarrufunun tezahürleri şimdilerde şüphesiz kentlerdir.

Günümüzde paranın hareketini açık olarak kentlerde görebiliriz. Paranın hareketini takip edebilmek, pek çok şifreyi de çözebilmek demektir. Zira hâlihazırda toplumsal örüntünün kara kutusu paradır. Bu da kentler de en gösterişli şekilde arz-i endam etmektedir. Belki de kentler, doğal hayati gasp ederek, parayla yapay yasam alanları oluşturmaktadır. Suniliğin derecesi de, paranın etkinliğiyle doğrudan ilgilidir. Bu bağlamda David Harvey’in kentleşmenin konutlaşmadan ve fazla sayıda binaların yapılmasından geçeceği için doğal yaşam üzerindeki tahakküme dikkat çekmesi manidardır.  Zira kentsel yaşam paranın gövde kazanarak, güç gösterdiği mekânlardır. Borsa binaları ve panoları ezici bir tahakkümün adresidir. Harvey`e göre, “konut, kentleşmenin en önemli boyutudur. Bu da finans olarak önemli bir envanterdir. Kentteki ve dünyadaki makro-ekonomik koşullar arasında güçlü ilişkiler olduğunu görürüz.”

Bugün büyük şehirlerde hatta metropollerde, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, sigorta şirketleri, ipotek merkezleri ve borsa binaları hâkim güç olarak varlık göstermektedir. Belki de toplumsal örüntü bunların etrafında şekillenmektedir. Başka türlü söylenirse, kentin kapitali dağıtma biçimi toplumsal yapılanmayı da belirler. Hatta ülkemizin içinde bulunduğu krizi bu bağlamda gözden geçirebiliriz. Sigorta sistemi zaten devletten beslendiği için kazanç sağlamıyor bizde, bilakis sürekli götürüsü olan bir yapı. Devlete bağımlı bir ipotek sistemi yerine, özelleşen bir konutlaşma da devletin hem hâkimiyetini zayıf kılmıştır, hem de bu sahadan bir geliri yoktur, belki de kontrolsüzlük, devlet için bir kamburdur. Özel müteşebbis bilinçli olsa, kuşkusuz gelişme için kapitalin ülkede olması/kalması yeterli olacaktır, ancak o da ekonomik kıskacı görünce, risksiz kazanım olarak dövize düşünecektir ki, bu da ülke için daralma anlamına gelir. Borsa binaları, ülkedeki istikrar ile paralel hareket eder, kaos sesini duyan borsa, dengeleri istikrar ve kâra doğru çevirir.

Nitekim Çin‘in de ekonomik krizden yeni kentler inşa ederek, hızla kentleşerek çıktığını söyleyen Harvey, şöyle devam eder: “ABD‘de savaş sonrası uydu kentler oluşmaya başladı. 2007’de nüfusun yüzde 70’i konut sahibiydi. Konut sahipliği insanları sistemin bir parçası haline getirir, bu politikanın sonucu ‘sosyal istikrar’ olur. Çünkü bu yaşam tarzı devrime uygun değildir, uydu kentten devrim gelmez. Borcu olan ev sahibi greve gitmez. Bu yaşam tarzı ev yapıp içini eşyayla doldurmaya endekslidir.” Özellikle Batı Avrupa’da ipotek bağımlısı kent tasarımı da insanları sistemin bir parçası haline getirmeye yöneliktir. Böylece düzene bağımlı bir sosyal istikrar düşlenmiştir. Devletçi yapı hissettirmeden vatandaşını kontrol altında tutmaktadır. Bir tür uydu kentleşme de diyebiliriz buna. Bu toplumsal örüntüde ve mekânda atılımcı ve devrimci oluşumlardan söz edilemez. Herkes bir şekilde borçludur ve hesap-kitap içine kilitlenmiştir. Belki de şimdilerde ülkemiz için yeni bir mekân tasarımı zorunlu görünüyor.

finas

David Harvey kentsel dönüşüm için, paranın tekrar merkeze dönme ve orada hâkim olma isteği demişti. Şimdi merkeze kilitlenen ve betonlaşmaya bağlı kalan finansı, dışa doğru açmak gerekmektedir. Toprağın önemini güncellemek gerekiyor belki de. Sanki bizde geç sanayileşme sendromu olarak, tarlası tapanı olan da, kentte işçi olmayı tercih etti. Toprağa özendirme, verimi arttırma envanterleri oluşturulsa, dahası çiftçi korunsa ve desteklense idi, fabrikada mesai takip etmeye gözünü dikmeyecekti belki de köylü veya kasabalı. O kadar ki, verimli tarlalar ya betona heba edildi ya da çiftçiler garantili iş peşine düştüler. 

Yakinen bildiğim bir sahil şehri olan Erdemli’de (Mersin), onca verimli dahası özel iklim şartlarına rağmen, yıllardır çiftçiyi destekleyecek fabrikaların kurulmaması çok ilginçtir. Ülkede limon pahalı iken, çiftçi limonu yok parasına satacağına, bahçede bırakıyor. Çiftçi etrafına bir bakıyor, rantçılarla işbirliğinin çok getirisi var, hem yağmur, sel, sera riski de yok… olmadı yüksek meblağlara inşaat sektörüne heba ediyor, verimli toprakları. ABD‘de 60’larda uydu kentleşmenin çok iyi gittiğini ifade eden Harvey, nüfusun burada toplandığını, kent merkezinin yatırımsız kaldığını ve düşük gelirlilerin kentte toplanmaya başladığını söyler.

Ona göre, “siyahlar, düşük gelirli nüfus, Latin Amerika kökenliler kentte toplandı. Bu kesimler ekonomik büyümeden faydalanamadı ve dışarıda bırakıldılar. 60’ların sonuna doğru bu iç şehir halkları arasında ayaklanmalar dizisi başladı. 68’de 120 kentin iç bölgelerinde büyük isyanlar çıktı.” Böylece “uydu kentlerde tek eğlence yeri alışveriş merkezidir. Uydu kentlerindeki gençler de Paris’teki kafelere, yaşam tarzına özendi. Bu da öğrenci hareketlerine yol açtı.”

Tüketim endeksli bir yaşam tarzının merkeze çekilmesi, makro düzeyde ekonominin de daralması, popülist kültürün hâkimiyeti ve gençlerin kafe ve alış veriş merkezlerinde örgütlenmelerini besleyecektir. Merkeze çekilen güç, zamanla hakimiyet kazanarak denge unsuru olmaya aday olacaktır. Ancak buradaki güç, daha çok atılımcı henüz durağanlaşacak dengesini kazanmamış kısacası sınanmamış gençliğin, göçmenlerin ve biraz da  (aylak) entelektüellerin gücüdür. Durağanlaşan, memur, isçi ve emekli yaşamı merkezde konformisttir. Popülist gençlik ve orta yaş da onların tüketim ağları, vergileri ve kısa vadeli isleriyle geçimlerini sürdürürler. Esasında merkezdeki biriken basınç, etrafa açılma isteğindedir, tam da bir mekan arayışıdır bu.

getttttt

Aliye Çınar KÖYSÜREN

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir