Pencere Önünde Geçen Hayatlar

Berivan, 28 yaşında, esmer tenli, temiz yüzlü bir hanım. Yılların hüznünü yüzünde taşıyan üzgün bakışları var. On yedi yaşındayken görücü usulü evlenmiş. Eşinin ailesiylebirlikte yaşıyormuş. Evliliğinin üzerinden henüz bir kaç hafta geçmişken işsizlikten yakınan kocası iş için Avrupa’ya, amcasının yanına gitmeye kararvermiş. Ayrıca kayın babasıyla kaynanası da; “Bir ton başlık parası verdik. Senin düğün masrafların belimizi büktü. Buralarda iş yok. Mecbur borçlarını ödemek için uygun olanı bu” deyince Berivan gözyaşları içinde bu durumu kabullenmekten başka çare bulamamış. Kocası, Berivan ve henüz doğmamış ikiz çocukları Melike ile Melisa’yı geride bırakarak Avrupa’nın yolunu tutmuş.Çocuklar babalarını, ancak anneleriyle evlenirken çektirdikleri fotoğraflarda görmüşler.

Berivan 28 yaşında fakat kırk yaşlarının üzerinde gösteriyor. Hayatın acımasızlığını Berivan’ın çökmüş yüzündeki çizgiler anlatıyor. On bir yıl önce Avrupa’ya giden Berivan’ın kocası orada evlenmiş ve üç çocuk sahibi olmuş. Arada bir Berivan’ı ve kızlarını telefonla arıyormuş. Berivan kendisine yapılan haksızlığın farkındaymış fakat ne çare. Ne ana var, ne baba. Akrabalarının sahiplenme adına yaptıkları tek şey Berivan’ın kaderine sabretmesi.

Berivan’ın gençliğinin heba olması, kocasının ailesiyle yaşarken bir hizmetçi konumunda olması kimin umurunda. Bir kadını kocası tekmeleyerek öldürmüş. Ya da belindeki kemeriyle adam etmeye çalışırken sakat bırakmış. Kimin umurunda. Bir gecenin gelini yahut bir haftanın gelini, kocası çeşitli gerekçelerle terk eder. Arada bir geleni olur ya da hiç gelmeyeni olur. Kimin umurunda. İnsanlar tüm gerçekleri bildikleri ve gördükleri halde bunu itiraf etmek istemezler. Bu nedenle suçu daima talihe yüklerler.

Berivan’ın hayat hikâyesini dinlerken bir parkta çimenlerin üzerinde oturmuştuk. Berivan hiç konuşmadan üzgün bir tavırla önündeki otları yoluyordu. Ağlamaktan şişmiş gözlerini ovuşturarak mırıldandı: “Bazen yaşam o kadar ağır geliyor ki insan hemen o ortamdan çekip gitmek istiyor” dedi. Berivan anlatmaya devam etti. “Susmanın bile hiçbir anlamının olmadığı bu insanların içinde yine de susuyorum. Daha önce hiç görmediğim, tanımadığım bu insanlar arasında kendimi yalnız, biçare ve kocası tarafından terk edilmiş hissediyorum. Kaç defa kayın babamla konuştum. Oğlunla konuş ya bizi de alsın yanına ya da eve dönsün dedim. Her defasında kayın babam aç değilsin, açıkta değilsin dedi. Bizi beğenmiyorsan kapı açık istediğin zaman gidebilirsin dedi. Ölümün bile ürktüğü bu ağır lafları hep sineye çektim. Sadece çocuklarım için yaşıyordum bu zamana kadar. Aralık ayının soğuk bir gecesiydi. Dışarda yağmur yağıyordu. Soğuk bir rüzgâr insanın yüzünü bıçak gibi kesiyordu. O gün kaynanamla tartışmıştım. Saat gecenin ikisi uykum kaçmıştı. Melike’yle Melisa, birbirlerine sarılmış uyuyorlardı. Yüzlerinde hoş bir tebessüm vardı.  Uyurken bile tatlı tatlı gülümseyen bu iki masum çocuğa kendimi feda etmiştim. Gözlerimden gayri ihtiyari yaşlar süzülüyordu. Hıçkırıklarım boğazımda düğümlenmişti. Hıçkırıklarım çoğalınca çocuklar uyanmasın diye eşarbımın ucuyla ağzımı kapattım. Birden kayın babamı tepemde dikilmiş buldum. Hiçbir şey sormadan bana vurmaya başladı. Daha önce de birkaç kez dövmüştü. Rastgele her yerimi durmadan tekmeliyordu. Onun her tekmesi öldürücü bir darbe indiriyordu bedenime. Acı feryatlarım arşı âlayı titretiyordu belki, fakat yan odada uyuyan kaynanam, görümcem ve kayınlarıma dokunmuyordu. Sonunda bağırmaktan sesim kısıldı. Vücudum yırtık elbiselerimin içinde kaskatı kesilmişti. Kayın babam omuzlarımdan tutarak hırpaladı ve beni çocukların yattığı yere fırlattı. Hiddetten boğulur gibi bir sesle var gücüyle bağırdı. Bana, ya ebediyen susarsın ya da şimdi çek git dedi. Çocuklarım uyanmış, dedelerinin annelerini nasıl dövdüğünü seyrediyorlardı. Korkudan yüzleri sapsarı kesilmiş, dolu dolu olmuş gözlerindeki yaşları yavrularım boşaltmaktan korkuyorlardı. O anda bütün kanımın beynime sıçradığını hissettim. Kayın babamın bana söylediği o ağır kelimelerden ve bir hayvanı döver gibi dövmesinden sonra artık o evde kalamazdım. Tek kelime etmeden bu ezici ortamdan gitmeliydim. Saat gecenin üçü evden çıktım. İnanır mısınız hiç kimsenin kılı bile kıpırdamadı. Bu saatte nereye gider diye hiçbirine dokunmamıştı.

Sokak lambalarının loş ışıkları altında gece vardiyasında çalışan veya mesaiye kalan tek tük insan hızlı adımlarla evlerine doğru yürüyordu. Bacaklarım beni taşımıyordu. Şiddetli rüzgâr yırtık elbiselerimin arasından yaralarıma değiyordu. Bir parkın içinde nereye gideceğimi bilemeden kendimi bir bankın üzerine bıraktım. Bedenime yediğim darbelerin acısından kendimden geçmişim. Sabahın aydınlanmasıyla beni bankta baygın gören parkın bekçisi beni kadın sığınma evine götürdü. O anları hatırladıkça insana ölüm arzusu veriyor.’’

Berivan bir deri bir kemik kalmıştı. Bedeninde hâlâ kayın babasından yediği tekmelerin, kemer darbelerinin izleri vardı. Kolunda kapanmamış yaralar görünüyordu. Acıyı bütün hücreleriyle hisseden Berivan’ın konuşmaları gittikçe inilti halini aldı. Dudaklarından heceler halinde dökülen kelimeleri anlamıyordum. Derin derin nefes alıyordu. Kocası tarafından terkedilişine mi, kayın babasının insanlık dışı hakaret ve dayaklarına mı, ya da iki ciğer paresi Melike ile Melisa’nın elinden alınmasına mı ağlıyordu. Ben Berivan’ın acılarından bir lokma yanıma alarak oradan ayrıldım, Berivan kendi acılarıyla yalnız kaldı.

Aysel ÖZDEMİR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir