Benim Hikâyem

Şubat ayının soğuk bir günüydü. Dışarıda yağmur yağıyordu. Eşimle, yaşadığım on sekiz yıllık zaman zarfında, eşimin bu denli sert kapıyı çaldığını görmemiştim. Kapıyı açtığımda eşimin eli kapının tokmağında öyle kala kaldı. Soluk soluğa kalmış zorlukla nefes alıyordu. Kısık bir sesle “çocuklar uyuyor mu?” dedi. Evet, mahiyetinde başımı salladım. Ciddi bir durum olduğunu anlamıştım. İçeri geçtik. Alışık olmadığım bir tarzda aniden bana sarıldı. Sarsılmaya başladı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Acı, öfke, hüzün dolu bir sesle haykırıyordu: “Seninle çok güzel günlerimiz, yıllarımız geçti. Hayatın zorluklarına, acımasızlıklarına birlikte göğüs gerdik. Birlikte ağladıkbirlikte sevindik.’ ’Eşimin ağzından acı dolu sözcükler dökülüyordu, ellerimi ellerinden yavaşça çektim elleri nasır tutmuş işçi elleriydi. Bir süredir görümcem kızıp gelmişti, bu kez çocuklarını bırakıp temelli gelmişti. Abimin berdeliydim, berdelin kuralı, bir taraf anlaşamadı mı, boşandı mı diğer tarafta ailenin zoruyla boşanmak zorundaydı. Benim mutlu, mesut bir yuvam vardı. Ama bu kahrolası kurallar tapu haline gelmişti, bunlardan kurtulmak çok zordu. Eşim pencerenin pervazına belini dayadı, uzun bir sessizlikten sonra, gözlerini kıstı bana değil yere bakarak “sadece bir süreliğine, çocukları da al yanına babanlara git. Ortalık duruluncaya kadar. Ben ne yapar ne eder sizi bırakmam’’ dedi. Tek kelime etmeden eşimi sonuna kadar dinledim. Önceki gün görümcemin “daha neyi bekliyorsun” diye kapıma dayandığını ona söyleyemedim. Onu üzmek istemedim. Eşim yenik düşmüştü, ailenin, çevrenin baskısına.

Sabahın dondurucu soğuğu insanı iliklerine kadar üşütüyordu. Uykusuzluktan kızarmış gözlerimi kırpıştırarak önümü zor görüyordum. Çocuklarımı kaldırdım, her şeyden habersiz yavrularıma, anneannenize gideceğiz bir süreliğine dedim.  Temiz kalpli çocuklar sevinçten nasıl da çığlık atmışlardı. Çocuklar için birkaç eşya aldım sabahın köründe. Düşünsenize, on sekiz sene yaşadığın evi bir hiç yüzünden terk etmek zorunda kalıyorsun. Onca emek, gerçekleşmesini umut ettiğin hayaller kimin umurunda. Allah kuluna kaldıramayacağı yükü yüklemez. Ama Allah’ı tanımayan, gönderdiği kitabını okumayan bu zihniyet gözünüzün yaşına bakmadan bu ağır yükü yükleyebiliyor. Bu insanların hayatında güneş yok, hep karanlık var.

Ben Güney Doğuluyum cahili değer yargılarının kurbanıyım. Bizim hayatımızla ilgili tüm kararları hep başkaları verir. Biz gerçekleri bildiğimiz halde bunu itiraf etmeyiz. Susarız, isyan ederiz, suçu hep başkalarına atarız ya da talihe yükleriz.

Çocuklarla yola koyulduk. Soğuk kış rüzgârının savurduğu yağmurun iri damlaları yüzümüze acımasızca değiyordu. Kaç gündür dinmeden yağan yağmurdan dolayı yollar çamur içinde kalmıştı. Sabah gün ışımasından akşam gün batımına kadar o çamurlu yolda öylece yürüdük. Rüzgâr çocuklarla konuşmama engel olacak kadar şiddetli esiyordu. Çocukların gözlerindeki o tedirginlik, o korku, bana sokularak yürümeleri içimi acıtıyor, yüreğimi parçalıyordu. Dedim ya sana! Hiç bir sebep yoktu ortada, bu beni kahrediyordu. Kucağımda yedi aylık bebeğin sürekli ağlaması beni perişan etti. İnanın dizlerimde ben itaşıyacak derman kalmamıştı. Nihayet babamın evine yetişmiştik. Babamların avlu kapısı olmadığından rüzgâr ne bulduysa içeriye sokuşturmuştu. Anladım ki annemin mecali kalmamıştı. Yoksa bu dağınıklığa tahammül etmezdi. Bu kez annem bizi kapıda karşılamamıştı. Çocukların gözlerinden öperken her zaman yaptığı gibi ellerine şeker sıkıştırmamıştı. Ben annemin elini öperken on sekiz yıl önce bu evden gelin gideceğim gün böyle sarılmış, sanki beni bir daha görmeyecekmiş gibi hıçkırıklara boğulmuştu. Annemin keşke onların çocuklarını getirmeseydin babana, abine ne diyeceğiz demesi yüreğimi burkmuştu. Oysa abim sevdiği kızı isterken beni karşılık olarak vermişlerdi.

Aysel ÖZDEMİR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir